Röportaj : Güç Dengeleri Yeniden Kurulurken Trump-Aliyev-Paşinyan Görüşmesi

 RUBASAM Uluslararası Bülten Koordinatörü İrem Keskin; Dış Politika Uzmanı Mehmet Gökhan Özçubukçu ile röportaj gerçekleştirdi.

   8 Ağustos günü gerçekleşen Trump–Aliyev–Paşinyan görüşmesi, Güney Kafkasya’da diplomatik dengeleri yeniden şekillendirerek kayıtlara geçti. ABD’nin bu üçlü buluşmadaki aktif rolü, yalnızca Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki barış sürecine değil, aynı zamanda Rusya’nın bölgedeki geleneksel nüfuzuna da meydan okuyan bir hamle olarak değerlendiriliyor. Görüşmenin ardından imzalanan deklarasyonlar, Zengezur Koridoru gibi stratejik projelerin hız kazanmasıyla birlikte, bölgesel entegrasyonun yeni bir fazına geçildiği izlenimini veriyor. Ancak bu gelişmelerin ardında hangi jeopolitik hesaplar yatıyor? Barış söylemi, devletler arasında gerçek bir uzlaşıyı mı temsil ediyor, yoksa küresel güçlerin sahne arkasındaki stratejik oyunlarının bir parçası mı? Bu soruların izini sürmek üzere, uluslararası ilişkiler alanında uzman akademisyen Mehmet Gökhan Özçubukçu ile derinlemesine bir röportaj gerçekleştirdik. Özçubukçu, özellikle Güney Kafkasya politikaları ve uluslararası güç dengeleri üzerine yaptığı çalışmalarla tanınıyor.

İrem Keskin: ABD’nin bu süreçteki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Trump’ın yeniden sahneye çıkması, ABD’nin barış sürecine dahil olması Kafkasya’da yeni bir Amerikan Yüzyılın başlangıcı mı?

Mehmet Gökhan Özçubukçu: Güney Kafkasya’daki jeopolitik dengelerin yeniden şekillendiği bu dönemde, Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki dar kara hattı olan Zengezur Koridoru, küresel güç rekabetinin merkezindeki stratejik bir kavşağa dönüşüyor. ABD arabuluculuğunda 8 Ağustos 2025’te Washington’da bir barış anlaşması imzalandı. Bu anlaşmayla Zengezur Koridoru, Azerbaycan’ı Nahçıvan’a bağlayan stratejik bir hat olarak tanımlanıp, 99 yıllığına ABD’ye kiralandı. ABD, buradaki gelişim ve işletme haklarını özel bir konsorsiyuma devredecek. ABD, bu adımla Güney Kafkasya’da Rusya, İran ve Çin’in etkisini görece zayıflatıyor. Özellikle Minsk Grubu’nun işlevsizleşmesinin ardından, Washington bu bölgede yeni bir denge unsuru olarak öne çıkıyor. ABD, Zengezur Koridoru ile Güney Kafkasya’da ekonomik ve tarihsel olarak Rusya’nın kontrolündeki bir alanı etkisi altına alıyor. Washington, lojistik ve ticari altyapı üzerinden yumuşak güç unsuru olarak bölgede daha fazla söz sahibi hale gelmeye çalışıyor. ABD, TRIPP (Zengezur Koridoru) üzerinden Güney Kafkasya’da dolaylı jeopolitik hakimiyet kuruyor. Ticari altyapı hamlesi gibi görünse de, bu adım ABD’nin bölgesel nüfuzunu pekiştiren belli başlı bir güç projeksiyonu haline geliyor. Türkiye bu sürecin hem önemli partneri hem de potansiyel olarak etkilenebilir taraf olarak öne çıkıyor. Bölgeyi Rus–Çin–İran hattından daha dengeli bir yapıya taşımaya yönelik bu dönüşüm, uzun vadede çok aktörlü ve  çok katmanlı yeni bir jeopolitik düzenin habercisidir.

İrem Keskin: Zengezur Koridoru tartışmalarında Rusya’nın sessizliği veya tavrı ne anlama geliyor? Moskova bu süreçte nasıl bir strateji izleyebilir? Çünkü Rusya, biz askeri açıdan bölgede hatta Ermenistan-İran sınırında varız diyerek varlığını yinelemişti.

Mehmet Gökhan Özçubukçu: Kremlin Sözcüsü Dmitry Peskov, Zengezur Koridoru’nun tamamen Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki egemenlik meselesi olduğunu vurguladı ve bu konuda ikili anlaşmanın önemine işaret etti. Rusya’nın bu sürece müdahil olma niyeti sınırlı; daha çok müzakereleri destekleme rolüyle öne çıkıyor. Rusya Dışişleri Bakanlığı anlaşmanın bölgeye katkı sağlayabileceğini kabul etmekle birlikte, nihai çözümlerin bölgesel aktörler, özellikle Rusya, İran ve Türkiye tarafından şekillendirilmesi gerektiğine dikkat çekti ve yabancı müdahale konusunda uyardı. Rusya, Zengezur Koridoru projesine resmi dilde mesafeli yaklaşırken (koridor ifadesinden kaçınma, egemen iki ülke arasında bir mesele olarak tanımlama), pratikte ulaşım altyapısının açılmasını destekliyor. Ancak ABD’nin öncülüğünde gerçekleşen son anlaşmayla, Rusya bölgesel etkinliğinin zayıflamasından endişe ediyor ve özellikle yabancı (ABD) etkisinin artmasından memnun değil. Ayrıca, İran’la stratejik bağlarını korumak adına proje konusunda daha temkinli bir pozisyon benimsiyor. Zengezur Koridoru fikri, Rusya’nın eski Sovyetler sonrası bölgedeki nüfuzunu yeniden tesis etme aracı olarak görülüyordu. Fakat TRIPP ile birlikte, ABD bu güzergâh üzerinde kontrolü ele alarak Rusya’nın bölgedeki etkisinin ciddi şekilde azalmasına yol açabilir. Rusya’nın Ukrayna Savaşı ile başlayan Batı ile gerilim etkin olduğu coğrafyalarda güç boşluğu yarattı. Jeopolitik açıdan ABD Rusya’nın ‘‘yakın çevre’’ doktrinine meydan okuyor fakat Rusya’nın sessizliğinin uzun sürmeyeceğini düşünüyorum.

İrem Keskin: İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun sosyal medya hesaplarında, üzerinde İran ve Rusya askerlerinin bulunduğu Ermenistan ve Zengezur Koridoru haritaları yayınladı. Ali Hamaney’in Uluslararası İlişkiler Danışmanı Ali Ekber Velayatı ise yaptığı açıklamada Tahran’ın bu girişimi stratejik müttefiki Rusya olsun ya da olmasın engelleyeceğini iddia etti. Velayatı ayrıca, Güney Kafkasya Trump’ın kiralayabileceği sahipsiz bir yer değil, bu geçit onun mülkü değil, paralı askerler için mezarlık olacaktır ifadelerini kullandı. Koridorun açılması halinde İran’ın tepkisi ne olur? Tahran bu süreci engellemeye mi çalışır yoksa uyum sağlamaya mı yönelir?

Mehmet Gökhan Özçubukçu: Hatırlayacağınız üzere Eylül-Kasım 2020’deki II. Karabağ Savaşı’nda Azerbaycan, önemli kazanımlar elde etti ve işgal altında olan topraklarını geri aldı. Savaşın sonunda Rusya arabuluculuğunda imzalanan ateşkesin 9. maddesi, Azerbaycan ile Nahçıvan arasında Ermenistan üzerinden ulaşımın yeniden sağlanmasını öngörüyordu. Güvenliğin ise Rusya Federal Güvenlik Servisi (FSB) sınır birliklerince sağlanacağı belirtilmişti. Tarihi olarak Azerbaycan toprağı olan fakat şuan Ermenistan sınırları içerisinde yer alan Zengezur’dan üzerinden bir koridor açılması fikri o günlerde gündeme geldi. Ermenistan ise “koridor” kelimesini reddetti, sadece kendi egemenliği altında çalışacak normal bir ulaşım hattını kabul edebileceğini söyledi. İran aslında Zengezur Koridoru’na başından beri karşı çıkıyor. Rusya’nın Zengezur Koridoru’nu destekleme girişimleri, İran’la diplomatik gerilime neden olmuştu. İran, bölgeyle sınırlarının dolaylı olarak tehdit edildiğini savunarak Rusya’nın inisiyatiflerine ciddi tepki göstermişti. İran’ın Zengezur Koridoru’na karşı çıkmasının temelinde hem jeopolitik, hem de ekonomik ve güvenlik temelli kaygılar yatıyor. Zengezur Koridoru, Azerbaycan’ı Nahçıvan üzerinden doğrudan Türkiye’ye bağlayacak. Bu durumda, İran üzerinden geçen Azerbaycan-Türkiye hattına ihtiyaç kalmayacak ve İran’ın Güney Kafkasya üzerindeki lojistik ve stratejik etkisi azalacak.  Bu, İran’ın “Doğu-Batı ticaret ekseni” üzerindeki pozisyonunu zayıflatıyor. Bu gerekçeler ile İran en başından beri Zengezur Koridoru’na karşı sert tutum sergiledi. ABD’nin bölgede etkisinin artmasını ise doğrudan ulusal güvenlik tehdidi olarak görülüyor. ABD’nin Güney Kafkasya’da askeri veya istihbari varlık kurma ihtimali, İran için kırmızı çizgi. İran, ABD’nin kuzey sınırlarına yaklaşmasından ciddi rahatsızlık duyuyor. İran, kuzeyde Ermenistan ile kara sınırını kullanarak Kafkasya’ya ve Rusya’ya ulaşabiliyor. Zengezur Koridoru bu hattı kesebilir ve İran’ın Ermenistan üzerinden Avrasya’ya erişimini zorlaştırabilir. Bu da İran’ı stratejik yalnızlığa iter. İran bu nedenlerle hem diplomatik yollarla hem de medya üzerinden Zengezur Koridoru’na karşı çıkıyor ve “bölgesel istikrarı tehdit eder” argümanını öne sürüyor. Koridorun fiilen işletmeye geçmesi hâlinde, İran’ın daha somut tepkiler (örneğin ticaret baskısı, Ermenistan’a destek artışı) vermesi de olasılıklar arasındadır.

İrem Keskin: Koridorun hayata geçmesi, enerji ve lojistik hatları nasıl şekillendirir? Bu Türkiye için ne gibi fırsatlar ve riskler doğurur? Erdoğan, Zengezur Koridoru için, biz bu hattı aynı zamanda jeoekonomik boyutu itibarıyla da son derece önemli bir konu olarak görüyoruz demişti.

Mehmet Gökhan Özçubukçu: Zengezur Koridoru’nun hayata geçmesi, yalnızca bölgesel siyaset değil, enerji ve lojistik dengelerini de önemli ölçüde yeniden şekillendirecek bir gelişmedir. Türkiye bu denklemde merkezi konuma yerleşme potansiyeline sahip konumdadır. Zengezur Koridoru, enerji ve lojistik hatlarına etkisi çok fazladır. Türkiye koridor açıldığında; Kafkasya ve Orta Asya’dan Avrupa’ya kesintisiz bir kara ve demiryolu bağlantısına sahip olarak kilit ülke konumda olacaktır. Bu hat, Çin’in Orta Koridor stratejisini destekleyen yeni bir güzergâh olarak işlev görür. İran veya Rusya üzerinden geçmeden bir “Türk koridoru” ortaya çıkar.  Bu, taşımacılık süresini ve maliyetleri düşürür. Zengezur üzerinden geçecek boru hatları, Azerbaycan doğalgazını Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırabilir. TANAP (Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı) gibi projelerin alternatif besleme rotaları oluşur. Elektrik hatları (yüksek gerilim) da döşenebilir. Bu, Türkiye’nin enerji transit merkezi olma hedefini pekiştirir. Projede, yüksek kapasiteli fiber optik hatlar da planlanıyor. Bu da dijital veri akışında Türkiye’yi bir dijital geçiş merkezi haline getirebilir. Çin-Avrupa veri yollarının alternatif güzergâhı olabilir. Koridorun hayata geçmesinin Türkiye için en önemli fırsatı jeopolitik üstünlük kurması olacaktır. Bu proje ile Türkiye Orta Asya ülkelerine doğrudan kara bağlantısı kuracaktır. Projenin Türkiye için olası risklerine bakacak olursak, İran’ın projeden uzak tutulması Türkiye ile arasındaki ilişkilerde gerilim yatabilir. Bunun yanında ABD’nin koridor üzerindeki kontrolü Türkiye’nin etkisini sınırlayabilir. Bir diğer faktör ise Rusya’nın atacağı adımlardır. Rusya Türkiye’nin koridor üzerinde elde edeceği kazanımları dengelemek adına Suriye ve Karadeniz’de misilleme politikaları yapabilir. Bu süreç Türkiye-Rusya ilişkilerini sekteye uğratabilir.

Sonuç olarak Zengezur Koridoru, Türkiye için jeopolitik bir sıçrama fırsatıdır. Eğer doğru stratejiler izlenirse: Türkiye, Asya-Avrupa taşımacılığında kilit ülke haline gelir. Enerji ve dijital altyapıda geçiş ülkesi olmaktan çıkıp, bölgesel güç haline gelir. Türk dünyasıyla fiziksel entegrasyon sağlanır. Ancak bu süreç, çok taraflı diplomasi, bölgesel denge politikaları ve güvenlik altyapısı gerektirir. Aksi takdirde bu koridor, fırsattan çok bir istikrarsızlık kaynağı haline de gelebilir.

İrem Keskin: Trump’ın arabuluculuğunda yapılan üçlü görüşmenin zamanlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mehmet Gökhan Özçubukçu : Trump–Aliyev–Paşinyan üçlü görüşmesinin Beyaz Saray’da yapılması, sadece bir barış hamlesi değil, aynı zamanda uluslararası ve bölgesel dengeleri hedefleyen zamanlaması güçlü bir diplomatik manevradır. Bu görüşmenin zamanlaması hem ABD iç politikası, hem de Kafkasya’daki jeopolitik gelişmeler açısından çok stratejiktir. Donald Trump, Kasım 2024 seçimlerini kazanarak ikinci kez başkan oldu. Bu barış görüşmesi, başkanlık döneminin ilk büyük dış politika zaferi olarak sunuluyor. Biden döneminde zayıflayan dış etkisini hızla toparlamak isteyen Trump, bu görüşmeyle ABD’nin Kafkasya’ya dönüşünü ilan ediyor. Zamanlama “Amerika yeniden dünya sahnesinde” mesajı verilmeye çalışıyor.

Bunun yanında Rusya 2022’den beri Ukrayna’da yıpranıyor; askeri ve diplomatik gücü bölgeye odaklı değil. Bu zayıflıktan faydalanmak isteyen ABD, Kafkasya’da Rus nüfuzunu kırmak için “boşluğu dolduruyor.” ABD, Rusya’nın meşgul olduğu bir dönemde diplomatik alan açarak zamanlama fırsatından yararlanılıyor. İran, hem iç protestolar hem de Batı ile nükleer dosya üzerinden baskı altında. İran’ın etkili olduğu Kafkasya hattında ABD’nin diplomatik manevrası, İran’ı stratejik yalnızlığa itme planının bir parçası olabilir. İran’ı sınırlarında çevrelemek amacıyla hareket edilmek isteniliyor. Bir diğer önem faktör ise Çin’in “Kuşak ve Yol” projesi hız kazanırken, ABD bu güzergâhı kontrol etme ya da yönlendirme amacı taşıyor. Zengezur Koridoru, Çin’in güney kuşağını bypass ederek Amerikan denetimindeki bir ticaret hattı yaratıyor. Çin’e karşı alternatif küresel güzergâh oluşturmak amacıyla zamanlamayı değerlendirmek gerekiyor.  Trump–Aliyev–Paşinyan görüşmesi, diplomatik olarak ‘‘jeopolitik rüzgarın yönünü ABD lehine çevirmeyi hedefleyen’’ zamanlaması çok iyi ayarlanmış bir stratejik hamledir. Görüşme, yalnızca Azerbaycan-Ermenistan ilişkileri için değil, ABD’nin Avrasya’daki yeni dış politika rotasının ilanı olarak da okunmalıdır.

İrem Keskin: Paşinyan’ın bu görüşmeden beklentileri ile Aliyev’in beklentileri arasındaki farklar nelerdir?

Mehmet Gökhan Özçubukçu: Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın, ABD’nin arabuluculuğuyla Washington’da gerçekleştirdiği barış görüşmelerine katılımı, her iki liderin hem iç hem de dış politikaya dönük farklı beklenti ve hesaplarla şekillendi. Bu beklentiler, hem barış anlaşmasının içeriğine hem de Zengezur Koridoru gibi stratejik konulara odaklıdır. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev 2020’deki II. Karabağ Savaşı’nda askeri zafer kazanan Azerbaycan, barış masasında bu üstünlüğü siyasi olarak kalıcılaştırmak istiyor. Özellikle “Karabağ Azerbaycan’dır” mesajının uluslararası metinlerle tanınması hedefleniyor. Nahçıvan ile Azerbaycan’ın ana karası arasında kesintisiz kara bağlantısı, Azerbaycan için stratejik önceliktir. Bu bağlantı sayesinde: Türkiye ile kara ulaşımı kurulacak, Türk Dünyası ile entegrasyon kolaylaşacaktır.  Ermenistan’ın koridor açılmasına rıza göstermesi bekleniyor. Ermenistan ise Rusya’nın bölgede gücünün zayıflamasıyla yeni bir “güvenlik garantörü” arayışına girdi.  ABD öncülüğündeki barış, Paşinyan için Rus etkisinden kurtulma ve Batı’ya yönelme projesinin parçasıdır. ABD garantörlüğünde kalıcı ve uluslararası teminatlı bir barış olmasını ön görüyor. Zengezur Koridoru’nun Ermenistan egemenliği altında kalması ve dış müdahaleye kapalı olması Paşinyan için kırmızı çizgi olarak belirtiliyor. Ermenistan’a göre koridor açılsın fakat ama kontrol Erivan yönetimde olsun.  Paşinyan, Rusya’dan uzaklaşarak ülkesini Avrupa ve ABD’ye entegre etmek istiyor. Beyaz Saray’daki görüşmeyi iç kamuoyuna “dünya sahnesinde rolümüz değişiyor” mesajıyla sunuyor. Aliyev ve Paşinyan bu görüşmeden farklı taktik hedeflerle ama aynı stratejik ihtiyaçla masadaydı: savaşsız, denge içinde bir gelecek kurmak. Ancak iki tarafın da kırmızı çizgileri olduğu için bu görüşmenin arkasında ciddi bir jeopolitik pazarlık ve dış güç dengesi yatıyor.

İrem Keskin: Paşinyan’ın ve Aliyev’in görüşmeye yaklaşımı iç politikadaki konumları açısından nasıl okunmalı? Azerbaycan ve Ermenistan vatandaşı bu görüşmeye nasıl yaklaştı?

Mehmet Gökhan Özçubukçu: ABD’de gerçekleşen İlham Aliyev ve Nikol Paşinyan arasındaki barış görüşmesine yaklaşımlar, yalnızca dış politika değil, iç politikada da önemli semboller taşıyor. Her iki liderin de bu görüşmeye katılım biçimi, kendi kamuoylarına verdikleri mesajlar ve toplumsal yansımalar, ülkelerindeki güç dengeleri, beklentiler ve siyasi riskleri doğrudan etkiliyor.  Aliyev, görüşmeye galip lider olarak katıldı. Masaya taleplerle değil, şartlarla oturdu. ‘‘Barış istiyoruz ama zaferi politik metinle tescillemek istiyoruz’’ mesajını verdi. Görüşmeyi iç kamuoyuna, ‘‘uluslararası alanda zaferimizin tanınması’’ olarak sundu. Görüşmeler Azerbaycan kamuoyunda genel olarak destekleyici ve gururlu bir yaklaşım yarattı. Zengezur Koridoru’nun açılması talebi çok güçlü bir toplumsal beklenti yarattı. Ancak ABD’nin süreçte daha fazla rol üstlenmesi bazı milliyetçi/muhafazakâr çevrelerde soru işareti yarattı. “Türk dünyasına giden yol ABD üzerinden mi olacak?” sorusu zaman zaman dillendiriliyor. Nikol Paşinyan’ın yaklaşımı ise barışçı ama baskı altında lider konumda. ABD aracılığındaki bu görüşme, Paşinyan için hem iç kamuoyuna barış vaatlerini gerçekleştirme fırsatı, hem de Rusya’nın baskısından kurtulma manevrasıydı. “Kayıplar yaşadık ama barışı kazanıyoruz” mesajı vermeye çalıştı. Ermenistan’da toplum ikiye bölünmüş durumda. Şehirli, Batı’ya açık kesimler, görüşmeleri destekliyor. Milliyetçi ve taşradaki seçmenler ‘‘taviz süreci’’ olarak görüyor. Rusya yanlısı çevreler, Paşinyan’ı ‘‘ülkeyi Batı’ya peşkeş çekmekle’’ suçluyor. Ancak ekonomik bunalım ve izolasyon nedeniyle barış umudu, toplumda genel bir “rahatlama beklentisi” doğurmuş durumda.

İrem Keskin: Azerbaycan barış antlaşması için Ermenistan Anayasası’nda değişiklik talep etmeye devam ediyor, ancak Ermenistan Anayasası’nın değişikliği için referandum gerekli ve bu referandumun 2026 yazından önce de yapılması mümkün değil. Peki, bu durum bölgedeki barış sürecini nasıl etkiler?

Mehmet Gökhan Özçubukçu: Öncelikle şunu belirtmem gerekiyor ki Güney Kafkasya’da kalıcı bir barışın inşası için Ermenistan’ın Anayasası’nın değişmesi gerekmektedir. Çünkü Ermenistan Anayasası Bağımsızlık Bildirgesine vurgu yaparak sadece Azerbaycan’dan değil Türkiye’den de toprak talepleri içermektedir. 19. yüzyıl şovenizm anlayışı ile hazırlanan bu Anayasa günümüz reel politiğinde gerçekliğini sürdürmemektedir. Ermenistan’ın mevcut Anayasası barış sürecinde önemli bir yapısal tıkanma yaratmaktadır. Bu tıkanıklığın barış süreci üzerindeki etkileri hem kısa vadeli diplomatik sonuçlar hem de uzun vadeli güven inşası açısından belirleyicidir. Ermenistan Anayasası, hala Karabağ’ı “Ermeni halkının kendi kaderini tayin hakkı” kapsamında özel statüde değerlendiriyor.  Azerbaycan ise bunu toprak bütünlüğüne doğrudan tehdit olarak görüyor.  Bu nedenle, barış anlaşmasını imzalamak için önce Ermenistan Anayasası’nın değiştirilmesi gerekiyor. Paşinyan hükümeti böyle bir değişikliği şu an için topluma kabul ettirebilecek siyasi desteğe sahip değil. Ermenistan referanduma gitmeden, Azerbaycan barış anlaşmasını imzalamayacaksa, süreç resmen değil ama fiilen donmuş olur. Diplomatik çabalar “niyet beyanlarıyla” sürer ama hukuki bir ilerleme sağlanmaz. Taraflar diplomatik pozisyonlarını korur ama sahada somut bir adım atılamaz. Ermenistan Anayasası’nın değişmemesi, hızlı ve kalıcı bir barış anlaşmasını teknik olarak imkânsız hale getiriyor. Bu durum kısa vadede fiilî barışla yetinilmesini, uzun vadede ise tarafların daha yaratıcı ve aşamalı çözüm modelleri üzerinde çalışmasını zorunlu kılabilir. Bölgede kalıcı bir barış ve huzurun gelmesi için kademeli barış ya da geçici mutabakat gündeme gelebilir. Ermenistan’da gerçekleşecek referandum sonrası Anayasa’nın değişmesiyle birlikte de bu süreç hukuki bir zemin kazanacaktır.

İrem Keskin: Barış Anlaşması sonrası AGİT Minsk Grubu’nun Feshini uluslararası arabuluculuk sisteminin çöküşü olarak değerlendirebilir miyiz?

Mehmet Gökhan Özçubukçu: 1992’de kurulan Minsk Grubu (eş başkanları: ABD, Rusya, Fransa) Karabağ meselesine çözüm bulmak için oluşturulmuştu. 30 yıla yakın süre boyunca arabuluculuk, müzakere platformu ve denge mekanizması olarak işlev gördü. Ancak somut bir çözüm sağlayamaması nedeniyle zamanla meşruiyetini ve etkinliğini yitirdi. Azerbaycan’ın II. Karabağ Savaşı’nda sahada mutlak üstünlük sağlamasıyla, artık diplomasi değil saha gerçekliği belirleyici oldu. Bu, Minsk Grubu’nun rolünü fiilen geçersiz hale getirdi. Özellikle Fransa, Ermenistan’a açık destek verdiği için tarafsızlığını yitirmişti. ABD ise dönem dönem ilgisiz kaldı. AGİT Minsk Grubu’nun fesih edilmesi Kafkasya’da güç dengesi değişimini ve “saha realitesinin diplomasiyi aşmasını” simgeler ve geleneksel, Batı merkezli çok taraflı diplomasi modellerinin güncellenmesi gerektiğini gösterir. Ancak bu durum, tüm arabuluculuk sisteminin çöktüğü anlamına gelmez. Sistem, evrim geçiriyor: daha pragmatik, bölgesel ve esnek yapılara yöneliyor. Minsk Grubu’nun sona ermesi, uluslararası arabuluculuk sisteminin çöküşü değil; post-hegemonik, çok merkezli bir diplomasinin yükselişidir. Geleneksel kurumsal modeller yerini, daha çok bölgesel güç merkezli, esnek ve çoğunlukla gayriresmî diplomatik girişimlere bırakıyor.

Trump–Aliyev–Paşinyan görüşmesi, yalnızca diplomatik bir buluşma değil; bölgesel ve küresel aktörlerin stratejik pozisyonlarını yeniden tanımladığı bir satranç hamlesi olarak karşımıza çıkıyor. Röportaj boyunca akademisyenimizin vurguladığı gibi, barış söylemi kadar bu söylemin kimler tarafından, hangi amaçlarla üretildiği de dikkatle analiz edilmeli. Güney Kafkasya’da yeni bir dönem başlarken, bu sürecin devletler arasında gerçek bir uzlaşıya mı yoksa yeni bir güç mücadelesine mi evrileceği, zamanla şekillenecek. Ancak bir gerçek var ki: bu görüşme, uluslararası ilişkiler literatüründe uzun süre tartışılacak bir dönüm noktası olarak yerini çoktan aldı.

Röportajı gerçekleştiren: İrem KESKİN (RUBASAM Uluslararası Bülten Koordinatörü)

Röportajı veren: Mehmet Gökhan ÖZÇUBUKÇU (Dış Politika Uzmanı)

                         RUBASAM – RUMELİ BALKAN STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

Sosyal Medyada Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

BENZER İÇERİKLER