Doksanüç harbi diye bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus harbi sonunda imzalanan Berlin Andlaşması’yla, Osmanlı Devleti, Balkanlarda önemli miktarda toprak kaybına uğramış ve Balkan kavimleri için büyük tâvizler verilmişti. Ama Osmanlı topraklarında gözü olup elde ettikleriyle yetinmeyen bazı ülkeler ise daha fazlasını almak arzularından vazgeçmiş değildi.[1]
Kırım Harbinden sonra 30.Mart.1856’da imzalanan Paris Antlaşmasını bozacak yeni bir antlaşmanın (Ayastefanos Antlaşması) kabulüne İngiltere karşı çıkmıştı. Bu görüşü Almanya, Avusturya , Fransa ve İtalya da kabul etmişti. Doğu Trakya’da Rus askerlerinin ve Marmara’da Rus donanmasının bulunmasından doğacak tehlikeler nedeniyle Ayastefanos Antlaşmasının değiştirilerek yenilenmesi maksadıyla Rusya’yı Berlin Antlaşmasına zorlamışlardı.
Rusya, 1905 RUS-JAPON Harbinde Japonlara yenilince yayılma ve ilgi sahasını Uzak Doğudan tekrar Balkanlara ve Osmanlı imparatorluğu toprakları üzerine kaydırdı.
Çar Deli Petro ile başlayan “sıcak denizlere inme” siyaseti gereği olarak Balkanlarda genişleme, Karadeniz kıyılarına hakim olma ve Boğazları ele geçirmeyi istiyordu. Hedeflerine ulaşabilmek için de Balkanlardaki Slav ırkının koruyuculuğunu kullandı. Bulgar ve Sırp devletlerinin genişlemesi için destek sağladı.
Rusya’nın güneye sarkmasını emperyal hedefleri için tehdit olarak gören İngiltere 1882’de Mısır’ı işgal ettikten sonra Boğazlar ve Osmanlı ile ilgili politikasını değiştirmiş ve Osmanlı Devleti’nin Almanya’ya yaklaşmasından rahatsız olunca petrol bölgelerini ele geçirmek amacıyla 1908 Reval (Estonya’nın Başkenti Talin) anlaşmasıyla Rusya’yı Balkanlarda serbest bırakmıştı.[2]
20.nci yüzyılın başlarına gelindiğinde Devlet en buhranlı günlerini yaşıyordu. İmparatorluğu oluşturan değişik milletler ve değişik dinlerden kurulu toplumlar, bağımsızlık istiyorlar, Devlete karşı silahlı ayaklanmalara girişiyorlardı. Ülkede yaşanan 31.Mart olayı, Dürzi isyanı, Yemen’de ayaklanma, Arnavutluk isyanı, Arabistan’da İmam Yahya ayaklanması, arkasından Makedonya Bulgar gizli ihtilal komitelerinin faaliyetleri devlet otoritesini zafiyete uğratmıştı.
Bunlara karşılık Osmanlı yönetimi, otoritesini ve güvenilirliğini kaybetmiş, 1908 de kurulan mecliste, 60 Arap, 25 Arnavut, 23 Rum, 12 Ermeni, 5 Yahudi, 4 Bulgar, 3 Sırp, 1 Ulah olmak üzere toplam 133 çeşitli milletlere mensup milletvekili ve 127 de Türk milletvekili bulunuyordu. Bu durum yönetime olumlu katkı sağlayamıyorlardı. Meşrutiyet aleyhtarı faaliyetler yoğunlaşıyordu. Şeriat taraftarları, 13 NİSAN 1909 da (eski tarihle 31 Martta) ayaklanarak hükümeti düşürüyor ve yeni hükümeti kuruyorlardı.[3] Birinci Meşrutiyetin ilanıyla kabul edilen Kanun-i esasiye göre kurulan ve daha ziyade gayr-i müslim ve Türk olmayan milletvekillerinin etkili olduğu Meclis-i meb’usanı, Sultan Abdülhamid Han, 13 Şubat 1878’de kapatarak çalışmalarına son verdi.[4]
“İttihat ve Terakki Cemiyeti”, zor elde edilen meşrutiyet yönetimini tekrar tesis etmek maksadıyla, Selanik’te bulunan bir Tümen gücünde “Harekat Ordusu” ile İstanbul’a intikal ediyor, ayaklanmayı bastırıyorlar ve yönetimi tekrar kontrol altına alıyorlardı. Yani Osmanlı devletini saran alev çemberi yavaş yavaş daralırken, içerde de iktidar mücadeleleri nedeniyle otorite boşluğu, bu ateşi daha da körüklemekteydi.
İtalyanlar Oniki Ada’yı işgal ettikten sonra Çanakkale’ye dayanmışlar ve İstanbul’u tehdit etmeye başlamışlardı. Yavaş yavaş parçalanan İmparatorluğun yok olması ihtimali ise herkesin iştahını kabartıyordu.
1878 tarihli Berlin Antlaşması’nda umduğunu bulamayan Bulgaristan 1908 yılında bağımsızlığını kazandıktan sonra Balkanlarda etkin bir politika izlemeye başlamıştı.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun 1908 yılında Bosna-Hersek’i ilhak etmesi ise Sırbistan’ı da aynı yönde bir politika izlemeye itti. [5]
Yunanlılar “Megalo İdea”‘yı , Bulgarlar dokuzuncu yüzyılda kurdukları “Büyük Bulgaristan’ı”, Sırplar on dördüncü yüzyılda kurdukları “Sırp İmparatorluğu’nu”, Karadağlılar ise “güneye doğru büyüme isteklerini” gerçekleştirmek için doğan fırsatı değerlendirme heves ve arzusuna kapılıyorlardı.
Yüzyıllar süren Osmanlı egemenliğinden daha dün kurtulup, kendi devletlerini kuran Balkan milletleri, yalnız başlarına Osmanlı Devleti ile başa çıkamayacakları bilincinde olduklarından Rusya’nın desteğiyle kendi aralarında gizli gizli anlaşarak “Hasta Adamın” ölümünü hızlandırmayı amaçlıyorlardı. [6]
(DEVAM EDECEK……)
[2] Prof.Dr.Ümit ÖZDAĞ-Prof.Dr.özcan YENİÇERİ/Ermeni Psikolojik Savaşı
[3] İbrahim ARTUÇ, Balkan Savaşı, 1998, kastaş A.Ş. https://www.turkcebilgi.org/kitap-ozetleri/b/balkan-savasi-24289.html
[5] https://tr.wikipedia.org/wiki/Balkan_Sava%C5%9Flar%C4%B1
[6] İbrahim ARTUÇ, Balkan Savaşı, 1998, kastaş A.Ş. https://www.turkcebilgi.org/kitap-ozetleri/b/balkan-savasi-24289.html