Doğu Akdeniz’de Yüz Yıl Önceyi Canlandırıyorlar

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Balkanlar ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Başkanı Gözde Kılıç Yaşin QHA’dan Aybala Polat ile Doğu Akdeniz konusunu değerlendi.

Akdeniz Havzasının sağladığı ekonomik faydaların paylaşımı milattan önceki dönemlerden beri savaşların ve diplomatik mücadelelerin yaşanmasına sebep olmuştur. Asya-Avrupa bölgesinin süper güçlük kıstaslarının en önemlilerinden birisi şüphesiz Akdeniz hakimiyetidir. Bölge günümüz dünyasının en stratejik çatışma alanlarından birisi olarak popülaritesini devam ettirmektedir. Yüz yıl önce Sevr anlaşması ile Türk devletini oyundan düşürüp paylaşımda daha çok söz sahibi olmak isteyen ülkeler Lozan Anlaşması ile uğradıkları hayal kırıklığını yüz yıl sonra Sevilla Haritası projesi ile telafi etmek istemektedirler.

Günaşırı yeni stratejilerin denendiği ve farklı aktörlerin oyuna dahil olduğu Doğu Akdeniz’in hakimiyet krizindeki son yaşanan gelişmeleri 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Balkan ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Başkanı ve Uluslararası Hukuk uzmanı Dr. Gözde Kılıç Yaşın’e sorduk. Yaşın, Doğu Akdeniz gerginliği ve yaşanan münhasır ekonomik bölge krizindeki gelişmeleri Kırım Haber Ajansı için değerlendirdi.

-Oruç Reis sismik araştırma gemisinin çalışma süresinin uzatılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz, Türkiye Lozan anlaşması ile kazandığı haklarına yapılan bu uluslararası tacize barışçıl olarak ne kadar zaman dayanabilir?

Şu an Oruç Reis gemisinin bulunduğu nokta Türkiye’nin kıta sahanlığında, Türkiye BM’ye kendi kıta sahanlığının koordinatlarını bildirdi. Türkiye’den başka deniz altı kaynakları işletmek üzere hak iddiasında bulunan da yok. Türkiye’nin Oruç Reis gemisi için seyrüsefer ilan ettiği araştırma sahası 28° 00′ 00″ D boylamında bitiyordu ve bu nokta 6 Ağustos 2020 tarihli anlaşmayla Yunanistan-Mısır sınırının başladığı yer. Yunanistan-Mısır Anlaşması, bu bölgeyi kapsamıyor, dolayısıyla Yunanistan’ın da bölge için hak iddiası yok. Bu anlaşma zaten Türkiye’nin kıta sahanlığı üzerinde Mısır’ın bir hak iddiasını da doğurmadı. MEB ya da kıta sahanlığı, devlete o bölgede hidrokarbon yataklarını arama ve çıkarma hakkı verir ancak başka devletlerin bu alanda tatbikat yapmasını engellemez. Yani tatbikat için bir bölgede navtex bildiriminde bulunmak farklı bir hukuk içerir ama Yunanistan ya da bir başka devlet aynı bölge için sismik araştırma ya da sondaj ihalesi yapamayacağı gibi bu bölgelerdeki olası hidrokarbon yatakları için ihaleye de çıkamayacaktır. Bu koşullarda Oruç Reis gemisinin bulunduğu nokta tartışmalı alan değil, bu nedenle çalışmalarını uzatması önünde hukuki hiçbir engel yok. Bugün ilan edilen çalışma süresi doldu ama uzatılabilir ya da bir başka gemi aynı sahada çalışma için görevlendirilebilir ve yeni bir navtex duyurusu yapılabilir. Sondaj ya da sismik arama gemilerine donanma gemileri ve İHA’lar koruma amaçlı eşlik eder. Bir gemi sondaj ya da sismik arama yaparken bu bölge için başka devletlerin askeri tatbikat duyurusunda bulunması, uygulama dışı, yani bir örneği yok. Yapılması iyi niyet kurallarına aykırı, hukuksuz bir işlem olur.

Ağustos başında yaşanan durum bunun benzeri bir durumdu. Taraflar çekilmeye davet edildi. Ama aslında o zaman da Yunanistan’ın bahse konu bölge için bir hak iddiası yoktu. Acelece Mısır’la bir sınırlandırma anlaşması yaptı ama bu anlaşma da bahse konu bölge için hak iddiası taşımıyordu. Peki, Yunanistan neden böyle bir hamle yaptı, gerçek soru bu. Yunanistan’ın endişesi Türkiye’nin Girit’in güneyinde Libya ile yaptığı anlaşma uyarınca sismik arama çalışmalarını başlatmasıyla ilgili. Konu o güne kalsa iyice geç kalmış olacağını hissettiği için uluslararası camianın dikkatini ve ilgisini çekmek üzere Türkiye’nin navtex ilanına karşı aynı bölge için navtex ilanında bulundu.

Şimdi mesele daha çok Türkiye’nin daha batıda bir noktada sismik arama yapması ya da yapmaması ile ilgili. Yunanistan’ın esas olarak kilitlendiği konu bu. Zira sismik arama ya da sondaj yapma MEB ya da kıta sahanlığı hakkına ve iddiasına dayanır. Bunun haricinde uluslararası dolaşıma açık sulardır. Mevcut hukuk sistemi, karasuları dışında her noktada askeri tatbikatlara cevaz veriyor. Kısacası mesele 28° 00′ 00″ D boylamının batısıyla ilgili. Oruç Reis’in pozisyonunu ilgilendiren bir durum şu an yok.

-Amerika Birleşik Devletleri, Güney Kıbrıs’a uyguladığı silah ambargosunu kaldırdı ve Yunanistan ABD’ye ülkesinde üs kurması teklifinde bulundu. Amerika’nın bu gelişmeler ile nasıl bir ilgisi var ve Akdeniz’deki beklentileri sizce nelerdir?

ABD, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi ile ilişkilerini sistematik olarak ilerletiyor. Yunanistan’ın NATO’ya dönmesi sonrasında Yunanistan ve Türkiye’ye yapılan askeri yardımlarda ABD, 10’a 7 oranını korur ve bunu da Ege’deki güç ve silah dengesini korumak için gözetirdi. ABD dengeyi, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminde Türk halkında oluşan darbede ABD’nin rolünün bulunduğu algısı sonrasında bozdu, tamamen bozdu. O tarihten hemen sonra ABD, stratejik dengeler için Yunanistan’a hava kuvvetlerinin modernizasyonu dahil politik ve askeri olarak orantısız destek ve yardımda bulundu. Ege’deki güç dengesini bozacak şekilde verilen bir destekti. Askeri üs edinmesi meselesi de var. Ama bunun yeni olmadığını belirtmek gerekir. Örneğin Yunanistan’da Dedeağaç’a Kuzey Ege adalarını tarayabilecek kapasiteye sahip yeni nesil radar gözetleme merkezi kurulması 2018’in meselesiydi. Aynı dönemde ABD’nin Yunanistan’da Volos, Larisa ve Dedeağaç (Aleksandrupolis) şehirlerinde 3 askeri üs kurulması gündeme geldi. 23 Temmuz 2020’de resmi törenle açılan üsler aslında zaten açıktı, hizmetteydi. O dönemde Yunanistan Başbakanı olan Çipras’ın partisinden “Hükumetin öyle bir planlaması yok. ABD’nin bölgedeki emelleri için Yunanistan’ı saldırı noktası olarak kullanmasına karşıyız” itirazı gelmişti. Çipras kendisinden açıklama istediğindeyse Yunanistan Savunma Bakanı Panos Kammenos üslerin zaten faaliyet gösterdiğini söyleyivermişti. Yani Yunanistan Başbakanı ve hükumeti bile ülkelerindeki ABD üslerinden habersizdi.

ABD Başkanı Trump farklı zamanlarda hem Yunanistan’ı hem Kıbrıs Rum Yönetimi’ni ABD’nin Doğu Akdeniz’deki önemli müttefikleri olarak ilan etti. 2019’dan itibaren Doğu Akdeniz’de Rum Yönetimini de ortak olarak görmeye başladı. Kuşkusuz ki Türkiye’ye karşı. ABD, önce yıllardır uyguladığı ambargoyu koşullu kaldırma kararı verdi. Koşul Rus uçak ve gemilerine Kıbrıs Rum Yönetimi’nin limanlarının kullandırılmamasıydı. Bunun için doğrudan adada gözlemci olacak yani ABD liman ve üslerin Rusya’nın kullanımına kapandığımı denetleyecek bir mekanizma kuracak. Bu aslında Kıbrıs’a ABD’nin yerleşmesi anlamına geliyor. Sonra Rum Yönetimine askeri eğitim desteği kararını açıkladı. ABD Kongresinden ödenek çıkarsa bu program 2021’de başlayacak. Bunu Kıbrıs Rum Yönetimi’nin NATO’ya hazırlanması olarak görebiliriz. Çünkü bu işlem bu sırayla yapılıyor. Moskova ile yakın ilişkileri bulunan AKEL ve ayrıca DİKO isimli siyasi partiler, Rum Yönetimi lideri Anastasiadis’i ve hükumetini Türkiye aleyhine destek sağlayacağı yanılsamasıyla ABD’nin her talebini yerine getirerek ülkeyi “Batı’nın ileri karakolu” haline dönüştürmekle suçladı. Öte yandan ABD adaya yerleşiyor diyoruz ama Baf’taki Andreas Papandreu üssüne konuşlu ABD askeri araçları ve Rum Milli Muhafız Ordusu’nun Anarida’daki Eğitim Kampı’nda 380 ABD askeri olduğu Rum basınına yansıdı. ABD’nin hangi anlaşmaya dayanarak, hangi kapsamda ve ne kadar süre Kıbrıs’ta bulunduğu bilinmiyor. Hem Fransa’ya hem ABD’ye açılan Andreas Papandreu üssünün arazisinin 1974’e kadar Piskobu’da ikamet eden bir Türk’e ait olması ve arazinin iadesi için dava açması da ayrı bir konu. Kısacası ABD’nin Kıbrıs adasında ve Yunanistan’da askeri üsler açması yeni bir konu değil, ilgili hükumetlerin bile bilgisi dışında çoktan yerleşmiş durumda. Mesele İncirlik’teki bazı askeri mühimmat ve silah gruplarının Yunanistan’a taşınması. Bu anlamda Yunanistan aslında bir nevi savaşa sürüklenen ülke pozisyonunda.

-Yaşanan Doğu Akdeniz krizinde Türkiye’nin karşısına bu havzaya dahil olan veya olmayan pek çok ülke çıktı. Her gün yeni bir ülkenin çeşitli vesileler ile konuya dahil olduğunu görüyoruz. İlginç bir karşı cephe var; İsrail, Mısır, Yunanistan ve AB aynı taraftalar. Bu birliktelik sizce gerçek bir ittifak mı, yoksa ikinci balkan savaşı gibi konu Türkiye odağından çıktığında bu devletlerin de araları bozulur mu?

Gerçek bir ittifaktan bahsetmek mümkün değil. Örneğin İsrail’in ön planda olduğu East Med bor hattı projesi, Mısır’ı büyük ölçüde dışlayan bir plan ve daha çok İsrail gazının Avrupa’ya taşınmasıyla ilgili. Esasen İsrail’in bu hattı dolduracak miktarda hidrokarbon yatağı bulamadığını da eklemek gerekir. Rumların bulduğu düşünülen yani açıklanan rakamlar da bu hattı doldurabilecek kapasitede değil. Katar gazının eklenmesi belki durumu bir parça değiştirebilir. BAE, Suudiler ve İsrail yakınlaşması da bu çerçevede okunabilir. Ama sonuçta mevcut durumda Mısır’ı memnun eden bir plan değil.

AB’yi ise bir bütün olarak görmek mümkün değil. Fransa ve Almanya, dış politika alanındaki pek çok konuda olduğu gibi burada da farklı bakış açısına sahipler. Liderlerin açıklamalarında dahi bunu görebiliyoruz. Almanya’nın açıklamalarında AB’nin deniz bölgelerini korumak gibi siyasi ve hukuki hiç bir karşılığı olmayan ifadelere denk gelmezsiniz. Ama Fransa bunu söylüyor. AB içinde genel anlamda birlik yok. Fransa bu konuda en fazla öne çıkan devlet ve Akdeniz Birliği projesi de ona aitti, yıllarca pekiştirmek için çaba sarf etti, aynı şekilde NATO’ya alternatif ya da NATO’nun yanı sıra bir AB askeri gücü konusunda da çaba sarf ediyor. Doğu Akdeniz’deki kavga bu projelerini ileri taşımasını kolaylaştırıyor. En son Korsika’da bir toplantı düzenledi. İtalya, İspanya, Portekiz, Yunanistan, Kıbrıs ve Malta’nın da katıldığı MED7 liderler toplantısında Macron, “Türkiye’nin provokasyonlarına karşı kırmızı çizgi oluşturulması” çağrısında bulundu. Tutarsız bir çağrı çünkü kısa süre önce kırmızı çizgiler oluşturulmuş ve AB bütün olarak bunu kabul etmiş gibi açıklamalarda bulunuyordu. MED7 içerisine bakalım; İtalya, Yunanistan’la kısa süre önce deniz bölgeleri sınırlandırma anlaşması imzaladı ve Yunanistan’ın iki ülke arasında bulunan adasını karasuları ile çevreledi yani MEB hakkı tanımadı. Sonuçta bu Türkiye’nin tavrıyla örtüşüyor. İspanya, Fas karşısında adalarını karasuları ile sınırladı; deniz bölgeleri sınırlandırmasında anakaraları esas aldı. Doğu Akdeniz kavgasının temelinde zaten Türkiye’nin deniz sınırlamada anakaraların esas alınması çağrısı bulunuyor. Bu durumda İspanya ve İtalya, Türkiye’nin hukuki pozisyonunu aslında destekliyorlar. Fransa da İngiliz adalarına karşı aynı tutumu sergiledi. Aslında Fransa da Türkiye’nin hukuki pozisyonunu benimsiyor. Bu durumda yapılması gereken sadece bunu göstermek. Türk Dışişleri zaten tüm ilgili kesimlere hukuki pozisyonunu anlatıyor. Bunun genişletilmesi gerekiyor. Konu Yunanistan ve Türkiye değil. Konu hukuki açıdan uluslararası deniz hukukuna riayet edilmesi. Türkiye’nin bu konuda hukuka aykırı tek bir adımı yok.

Öte yandan mesele yine Türkiye-Yunanistan değil ama belki Büyük Ortadoğu Projesi. Büyük resmi görmek gerekiyor. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da hükumetler, liderler değişti; bu ülkelerde bir önceki nesille bile kültürel, tarihi bağları kopmuş ve iç savaşın içine doğmuş yeni nesiller yetişti. Doğu Akdeniz, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’nun merkezinde yer alıyor. Elbette ki bu büyük değiştirme, dönüştürme projesinin bir parçası. Kavga Yunanistan’la değil, kavga daha büyük. Balkanlar coğrafyası da bu kavganın içinde. Sanki 100 yıl öncesi yeniden canlandırılıyor.

Sosyal Medyada Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

BENZER İÇERİKLER