Asabeden aşağıdaki orta aileler doğar: . Bölünmez Asabe: Buna ‘kardeşler arasında kocalık ortaklığı’ (polyanrdie Fraternelle) adı verilir. Bu tip ailenin Tibet’te ve bir zamanlar da Yemen’de bulunduğu söylenmektedir. Bu tip ailede, ailenin mallarının dağıtılmaması için, bu mallar sadece büyük kardeşe intikal ettiği gibi, evlenme yetkisi de yalnız ona aittir. Malların dağıtılmasına neden olmamak için diğer kardeşler evlenemez. . Zadruga: Hayatta bulunan ya da ölmüş bir dedenin oğulları ve torunları arasında bir miras taksimini kabul etmeyen bir çeşit ailedir. Bu ailede reisin konumu bir cumhurbaşkanının konumu gibidir. Çünkü bütün mallar aile topluluğuna aittir. . Pederşahî Aile: Bazı toplumlarda asabeye ait bütün mal asabe reisinin olur. Böylece, aile üzerinde egemen olan aile reisi, ailenin mallarını, kendi çıkarı doğrultusunda kullandığı gibi kendi eşleri ve çocukları da dâhil olmak üzere bütün aile bireylerini satmak ve öldürmek haklarını da sahiptir. Ç. Soy: Eski Türklerde asabevi ailenin bu üç biçimi de mevcut değildi. Türk ailesi ne maderî bir aile idi ne de asabeden doğan aile tiplerinden birine mensuptu. Eski Türk ailesi ‘soy’ adını alırdı. Soy’da hem erkek tarafından, hem de kadın tarafından gelen akrabalar vardı. Her iki tarafın akrabaları hukukî açıdan eşitti. O zaman erkek ‘Toyonizm’ dinini; kadın ise ‘Şamanizm’i temsil etmekteydi. O zaman Toyonozim’le Şamanizm sistemleri yani din ile sihir birbirine eşit oldukları için, bunların temsil ettikleri erkekle kadın da, birbirine eşit olmuştu. Bu nedenledir ki, ana soyu da, baba soyuna eşit idi. Soy, Batı Türklerinde yedinci göbeğe kadar çıkar. Soyun dışarısında kalanlar yabancı sayılırlar. Bunlara ‘yâd yabancı’ veya ‘yedi yâd’ denilir. ‘Kızımı, yedinci yabancıya veririm’, ‘yedi yabancıdan kız alırım’ cümleleri, eski zamanlarda evliliğin yedi göbeğin dışında meydana geldiğini ima eder. Doğu Türklerinde ‘soy’, dokuz göbeğe kadar çıkar. Ana soyu ile baba soyunun eşit olması, asaletin de iki taraflı olmasını gerektiriyordu. Bugün Harizm (Harezm) Türkmenlerinde bir kız hem babası, hem anası Türkmen olmayan bir delikanlı ile evlenmek istemez. Çünkü bir delikanlının tam asil olabilmesi; onlarca, hem babasının, hem de anasının Türkmen olması ile mümkündür. D. Pederî Aile: Eski Türklerle Cermenlerde bulunan eşitlikçi ve iki taraflı aileye ‘soy’, almanca ‘zippe’ adı verilir. Fakat soy büyük bir dairedir ki birçok orta ailelere ayrılır. Bunlara pederî aile denir. Pederî aileyi, ‘pederşahî aile’ ile karıştırmamak gerekir. Çünkü pederşahî ailede akrabalar, yalnız asabelerden ibaretti. Aile içinde kadın ve çocuğun hiçbir kıymeti yoktu. Aile reisi bunları satabilir ve öldürebilirdi. Ailenin malları da sadece aile reisine aitti. ‘Pederî aile’ ise; tamamıyla özgür ve eşitlikçidir. Akrabalar, iki taraflıdır. Amca ile dayı, hala ile teyze birbirlerine eşittir. Eşler de büyük haklara sahip olduklarından kocalarına eşit gibidirler. Çocuklarda pederşahî ailede olduğu gibi, aile reisinin keyfine bağlı değildir. Kısacası pederî aile özgürlükçü ve eşitlikçi bir ailedir. Ve Cermen ailesi aracılığıyla bugünkü Avrupa ailesinin kökenidir. Türk ailesine gelince, o da ‘Pederî aile’ sistemindedir. Eski Türklerde din ile sihrin eşitliğinin, erkekle kadının eşitliğine neden olduğunu daha önce belirten Gökalp; pederşahî ailede, ailenin ceddi bir mâbud (ibadet edilen) idi. Bu mâbudun yeri, evin ocağıdır. Bu mâbuda ‘man’ ve bu dini sisteme ‘Manizm’ adı verilir demektedir. Ona göre eski Türklerde pederşahî aile olmadığı için, ‘Manizm’de yoktur. Çünkü eski Türklerde ocakta barınan mâbud, yalnız babanın mâbudu değildi; ananın da ocakta barınan bir ‘mâbudesi vardı. Bunlardan biri ‘Od Ata’, diğerine ‘Od Ana’ denilirdi. Kısacası ona göre, eski Türklerde münhasıran ‘pederşahî’ olan bir aile oluşmamış, baba soyu ile ana soyuna aynı değeri veren, çift otoriteli, eşitlikçi bir aile tipi meydana gelmiştir. E. İzdivacî Aile (Evlilik Ailesi): Eski Türklerde bir delikanlı evlenecek yaşa gelince bir kahramanlık göstererek il meclisinden, milli bir ad alırdı. Bu suretle ‘ildaş’ mahiyetini ‘erkek=ermiş’ değerine ulaşarak vatandaş hukukuna sahip olurdu. Ailesinin otoritesinden çıkarak, milletin genel otoritesi altına girerdi. Eski Türklerde ‘miras’ın intikali için, baba ve annenin ölmesi gerekmezdi. Ailenin malları tüm bireylerine aitti. Dede Korkut Hikâyelerinde de bu durum yer almıştır. Bu aile evlenmenin sonucunda oluşur. Bundan dolayı ona ‘evlilik ailesi’ denilir. Türkler izdivaca ‘evlenmek’ ‘evbark’ sahibi olmak derler. ‘Bark’ Orhun Kitabesi’nde ‘mâbed’ anlamındadır. Hakan türbelerinin yanında bir mâbed yapılır, orada kurbanlar kesilirdi. ‘Ev’ de, mukaddes bir mâbed olduğundan ‘Bark’ adını alırdı. Eski Türklerde bir genç evlenirken, ne karısı kendi babasının ocağına, ne de kendisi karısının ocağına giderdi. İç güveylik olmadığı gibi iç gelinlik de yoktu. Erkek baba ocağının mallarından payını alır, kız da ‘yumuş’ adlı bir çeyiz getirirdi. Bu çeyiz, aile arasında verilen hediyelerden, armağanlardan oluşurdu. Gelin ile damat mallarını birleştirerek, ortak bir ev sahibi olurlardı. Eski Türklerde evin bir sahibi olduğu gibi, bir de sahibesi vardı. Evin sağ tarafında ‘kısrak memeli’, evin sol tarafında ‘inek memeli’ iki sanem (put heykel) vardı ki, birincisi zevcin (erkek eş), ikincisi zevcenin (kadın eş) simgeleri idi. Birincisine ‘ev sahibinin kardeşi’, ikincisine ‘ev sahibesinin kardeşi’ denilirdi. Buradan da anlaşılıyor ki erkeğin soy totemi ‘kısrak’, kadının ki ise ‘inek’ idi. Bir ailenin ‘evlilik ailesi’ tanımlamasına girmesi için, pederî aileden doğması yeterli değildir. Devlet tarafından aile hakkında yasalar çıkarılması gerekir. Cengiz’in yasası olan ‘Uluğ Yasa’da, devlet tarafından aile hukukuna ilişkin konulmuş kurallar vardır. Örneğin bir kadın akran (yaşdaş) olmayan bir erkekle evlenemezdi. Fakat bir kızı akran olan bir erkek istediği zaman da, babası ve anası vermemekte bulunamazdı. Gökalp, bu gibi yasaların hem çok az ve hem de (mevcut yasaların da) törelerle iç içe olduğunu belirtmektedir. Bu nedenledir ki, eski Türk ailesi, ‘evlilik ailesinin’ yalnızca bir başlangıcından ibaretti. Gerçekten ‘evlilik ailesi’, ancak Avrupa’da son yüzyıllarda meydana geldi. Bu ailenin oluşumu devletin eşitlik ve adalet ilkeleri üzerine kurumsal aile yasaları yapmasıyla daha bir önem kazandı. Eski Türklerde ki evlilik ailesi yalnız töreye dayanıyordu. Evlilik ailesinin tam olarak kurulabilmesi için yasalar dönemine gelmek gerekiyordu diyor Gökalp. Anadolu Türklerinde aile yaşamını araştıran Gökalp; ‘boy’ , ‘ocak’, ‘konak’, ‘yuva’ isimlerini verdiği başlıca dört dönem olduğunu ileri sürüyor. Demokratik niteliğin her dönemde görüldüğünü söyleyen Gökalp, yukarıda sözünü ettiği ‘boy’un ‘klan’ ile aynı anlama geldiğini belirttikten sonra, Anadolu Türklerinin çoktan geçirmiş olduğu bu dönemi, bugün Doğu Sibirya’daki Yakutların yaşadığını ileri sürmektedir. İkinci olarak ele aldığı ‘ocak döneminin’ Kırgız Türklerinde görüldüğünü ve bu tipin de genel sosyolojide pederşahlık denen tipe eşdeğer olduğunu, ‘ocak’ın, ‘boy’da olduğu gibi yüzlerce kişiden meydana gelmediğini, klan birliğinden, Totem bağından eser yoktur demektedir. Bunun yerine bir baba tarafından yönetilen ve üye sayısı coğrafi ve iktisadi koşullara göre değişen bir ev yaşamı meydana gelmiştir. Richard’ın pederşahî saydığı bu tipi, Gökalp kabul etmemiş, Türklerde pederşahî aile tipini kabul etsek bile bu tam, mutlak değil, kendine özgü ayrı bir pederşahîliktir demiştir. Gökalp’a göre geri kalan ‘Konak’ ve ‘Yuva’ dönemleri, Anadolu Türklerinin aile tarihi bakımından çok önemlidir. Konak; Acem, İslâm ve Bizans etkileri neticesinde oluşmuştur. Diğer yandan çok karılılık, kadının kapanması, boy ve ocak dönemlerinde gördüğümüz doğal kadın ve erkek ilişkilerinin Müslümanlıktan gelme birtakım kayıtlarla bağlanması ortaya konak adı verilen ve Avrupalıların ‘harem’ ismi altında pek abartılı hikâyelerle yorumladıkları yeni bir aile tipi meydana getirdi. Bununla birlikte Türk aile hayatının ulusal karakteri yabancı etkilere rağmen, büyük kentlerden uzak yurt köşelerinde, köylerde ve kasabalarda kendini korudu. Tanzimat’tan sonra diğer toplumsal kurumlar gibi, aile kurumunun da çözülmeye yüz tuttuğunu ileri süren Gökalp; Dönemin iktisadi, askeri, ticari ve diğer koşullarını dikkate aldıktan sonra, Türk kadınlarının cephede düşmanla dövüşen kocalarını toplumsal işbölümündeki yerlerini tutmak zorunda kaldıklarını, eski Türklerde aile yaşamının demokrat bir nitelik taşıdığı hakkındaki düşünceler bu değişikliğe bilimsel bir biçim verdi demektedir. Gökalp’a göre ‘konak’, ‘yuva’ olmaya başladı. Ekonomik zorunlulukların etkisi altında ‘konak’ üye sayısını azalttı. Bir karı, bir koca ve henüz evlenmemiş çocuklardan oluşan Durkheim’in izdivacî (evlilik) dediği aile gurubu halini aldı. İşte günümüze kadar süren ve şimdi de sürmekte olan aile hayatımız, yuva biçiminin daha sağlam, toplumumuzun ideallerine hizmet için daha kapsamlı bir toplumsal kurum halinde kurulmasını hedef edinmektedir. Gökalp, bu kuramsal düşünceleri uygun bir görüşle tamamladı. Türk ailesinin bu karakterine işaret ettikten sonra kendi döneminin aile yaşamına baktı. İran, Bizans ve İslâm’dan gelen yabancı etkiler tarafından Türk ailesinin hakiki mahiyetinin bozulduğunu ileri sürdü. Diğer yandan yeni ekonomik ve toplumsal koşullar, özellikle kendisince önemli bir rolü olan toplumsal işbölümünün meydana gelişi ve buna Türk kadının katılması kafalara yeni bir aile kanunu yapmak düşüncesini getirmişti. Ona göre, gerek tarihi ve milli benliğe dönmek, gerek yeni koşullara cevap veren hukuki bir vaziyet hazırlamak, aynı zamanda kuramsal bir zorunluluktur. Bu noktada o, düşüncelerine çok bağlı olduğu Durkheim’in toplumsal olaylarda sağlık ve hastalık (normal ve patolojik) diye iki tarafı ayıran kuramından yararlandı. ‘’ Eğer Türk ailesi, geçmiş dönemlerde karşı karşıya kaldığı yabancı etkilerden kurtulup, kendi milli benliğine dönmezse, yeni yaşama koşulları içindeki Türk kadınının istediği somut hukuki yeniliklere yer vermezse, içinde bulunulan sosyal hastalık artacaktır demektedir…’’ (Bk. Kaynakça – 23)
Dibrali İlyas Paşa: Osmanlı’nın Balkanlar’daki Kahraman Komutanı
Mert Ünsal İlyas PAŞA’dan, Mentor ÇOKLU ve sonrasına…. Dibrali İlyas