“Göklerine hâkim olamayan milletler, yerlerde sürünmeye, yerin dibinde çürümeye mahkûmdur.”
Nuri Demirağ
100 Yılın Hikâyesi: Cumhuriyetin İlk Yıllarından Günümüze Türk Savunma Sanayii
Her millet, tarihi süreçte geçirmiş olduğu olayları, gelecek nesillere aktararak, onların bu olaylardan ders almalarını ister. Bu durum, milletlerin geleceklerini güvence altına almak düşüncesiyle yakından ilgilidir. Çünkü böylelikle yeni nesiller, ileride benzer olaylarla karşılaştıkları zaman, bu olaylara bakarak yapmaları gereken işler hakkında fikir sahibi olabileceklerdir. Bu düşüncenin eseri olarak, emperyalizme karşı verilmiş kutsal bir savaş olan var olma mücadelesini gerçekleştirerek, Türkiye Cumhuriyetini kuranlar da, Millî Mücadelenin hangi şartlarda kazanıldığı ve cumhuriyetin hangi şartlarda kurulduğunu bütün millet ve yetişecek yeni nesiller tarafından bilinmesini ve ona göre sahip çıkılmasını istiyorlardı. Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi Türkiye Cumhuriyetinin ilelebet payidar kalabilmesi için çok iyi yetişmiş muhafızlar, eğitimciler, sanayiciler, çiftçiler ve daha nicelerinin olması gerekir. Milletin ruhunun her daim genç, her daim tetikte ve güçlü olması gerekir. Bunun içinde özellikle savunma sanayimizin milli ve güçlü olması gerektiği akıldan çıkarılmamalıdır.
Süleyman Özmen
Giriş
Mustafa Kemal Atatürk 9 Mayıs 1935 tarihinde yapmış olduğu bir konuşmada Türk İnkılâbını ifade ederken: “Uçurum kenarında yıkık bir ülke… Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar… Yıllarca süren savaş… Ondan sonra, içerde ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni toplum, yeni devlet ve bunları başarmak için aralıksız, devrimler. İşte Türk Genel Devrimi’nin bir kısa ifadesi…”Demiştir. Burada Türk İstiklalinin hangi şartlar altında elde edildiği anlatılmaktadır.
Bu yıl “Ya İstiklal Ya Ölüm” diyerek yola çıkan Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde atalarımızın emperyalizme karşı kazanmış oldukları tarihte emsali görülmemiş ilk ve son savaş olan Türk İstiklal Harbi’nin akabinde ilan edilen Cumhuriyetimizin 100ncü yıldönümünü kutluyoruz. Milletimize kutlu olsun.
Cumhuriyetimizin ilk yıllarında “Her fabrika bir kaledir” diyen Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde, kömür, çimento, şeker, pamuk, elektrik, uçak, ipek ve deri fabrikaları kuruldu. Cumhuriyet kurulduğunda 386 olan sanayi kuruluşlarının sayısı 10 yılda 1087’ye çıktı. “Dışarıdan aldıklarımızı şimdi kendimiz yapıyoruz” dönemin sloganıydı. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte; eğitim, sağlık, ulaşım ve sanayi alanlarında çalışmalar başlatılmış. Okullar, hastaneler, fabrikalar, yollar ve köprüler yapılmıştır. İlk 15 sene içinde açılan 46 büyük fabrikanın 12 si Türk Savunma Sanayini güçlendirmek ve geliştirmek adına kurulmuştur.
“Türkiye Cumhuriyetini muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkartacağız” şeklinde söylemi bulunan Mustafa Kemal Atatürk; “Muasır medeniyet sadece Batı medeniyeti demek değildir. Amaç, çağın, bu arada Avrupa medeniyetin düzeyini aşmaktır. Güçlenmenin başlıca yolu sanayileşmektir.” Demiştir.
Cumhuriyetin getirdiği yenilikleri beş başlık altında toplayabiliriz. Bunlar: Siyasal Alanda Yenilikler, Toplumsal Alanda Getirdiği Yenilikler, Hukuksal Alanda Getirdiği Yenilikler, Eğitim ve Kültür Alanındaki Yenilikler ve Ekonomik Alanda Getirdiği Yeniliklerdir. Bunların her biri ayrı ayrı incelenmesi ve hakkında konuşulması gereken konulardır. Bu kapsamda konumuz gereği biz Cumhuriyetimizin ilan edilişinin 100ncü yıldönümünü kutladığımız 2023 senesinin Ekim ayı sayısında Türk Savunma Sanayini mercek altına alıyoruz.
Atatürk Döneminde Türk Savunma Sanayii
Savunma sanayii veya bir başka deyişle harp sanayii, bir ülkenin ordusu için gerekli olan taktik, stratejik, savunma ve taarruz amacına yönelik silah sistemlerini tasarlayan, geliştiren ve üreten, özel ve kamuya ait kuruluşlar ve işletmeler topluluğudur. Türk harp sanayiinin tarihsel süreci içerisinde, Osmanlı Devleti’nin yükselme döneminde harp sanayiinin gelişimi bakımından çağının ilerisinde olduğu ve bu üstünlüğünü 17’nci yüzyıl sonlarına kadar devam ettirdiği görülmektedir. Ancak 18’inci yüzyıldan itibaren Avrupa’da başlayan teknolojik gelişmelerin gerisinde kalan Osmanlı Devleti, 19’uncu yüzyılda harp sanayii alanında Avrupa Devletleri ile mücadele edemeyecek duruma gelmiştir. Fatih Sultan Mehmet devrinde bugünkü Galata ile Salı Pazarı arasında yer alan ve Tophane olarak bilinen yerde “Top Asithanesi” adı ile harp sanayinin ilk merkezi kurulmuştur. Burada dökülen toplarda kullanılacak gülleler ise Hasköy’de Piri Paşa’da imal edilmiştir.
II. Beyazıt devrinde ise İstanbul’da ilk Baruthane açılmıştır. 18’inci yüzyıl başlarında bu baruthanenin ihtiyacı karşılamadaki yetersizliği nedeniyle Bakırköy’de “Baruthane-i Amire” adı ile büyük bir fabrika kurulmuştur. Ayrıca Gelibolu ve Selanik’te de baruthaneler açılarak bunlar “Baruthaneler Nazırlığı” adı ile kurulan nezarete bağlanmıştır. İlk tüfek fabrikası İstanbul Kuruçeşme’de kurulmuş ve bu fabrika 1873 yılında Tophaneye taşınmıştır. Osmanlı devri harp sanayiinin önemli fabrikalarından bir tanesi de 1829 yılında Zeytinburnu’nda kurulan demirhanedir. Bu fabrika silah imali için gerekli malzemeleri üretmektedir. Ayrıca silah sanayiinin kereste ihtiyacı için 1878 yılında Hendek’te ve 1893 yılında Bayramiç’te kereste fabrikaları, barutun hammaddesi olan güherçile imali için de Konya ve Kayseri’de güherçile kalhaneleri açılmıştır. Osmanlı Devleti’nde ordu teşkilatı içinde 1832 yılından itibaren faaliyetlerini sürdüren Seraskerlik Kurumu, 22 Temmuz 1908 tarihinde “Harbiye Nezareti” adı altında yeniden teşkilatlandırılmış, bir yıl sonra da bu nezarete bağlı olarak “İmalât-ı Harbiye-i Umumiye Müdürlüğü” kurulmuş ve silah sanayiinin tüm teşkilatı bu müdürlüğe bağlanmıştır. İmalât-ı Harbiye Müdürlüğü; Sultan II. Mahmut Döneminde kurulmuş olan Tophane Müşirliği’nin devamıdır. Tophane Fabrikaları olarak bilinen devlet işletmeleri, Osmanlı ordularının silah ve mühimmatını üretmektedirler.
Tophane-i Amire Fabrikaları, 1909 yılında İmalât-ı Harbiye Müdüriyeti ismini alarak 5.000’e yakın çalışanıyla en büyük üretim tesisleri olma özelliğine sahipti. Osmanlı Devleti’nde kurulan ve İstanbul’da toplanmış olan askerî fabrikalar Balkan Savaşları döneminde Anadolu’ya taşınmak istenmiş, ancak Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile bu düşünce gerçekleştirilememiştir. Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkan Osmanlı Devleti, imzaladığı Mondros Ateşkes Antlaşması gereği, askerî fabrikaların önemli bir bölümünü işlevsiz hale getirmek veya kapatmak zorunda kalmıştır. Osmanlı Devleti’nde Sultan II. Mahmut döneminde kurulan Tophane Müşiriyeti’nin devamı olan İmalât-ı Harbiye Müdürlüğü, İstanbul’un işgalinden hemen sonra Anadolu’da başlayan mücadele için gerekli silah, cephane ve askerî malzemelerin temini maksadı ile 19 Mart 1920 tarihinde Mümtaz Topçu Kaymakamı Eyüp (Durukan) Bey’in girişimleriyle Anadolu’da yeniden teşkilatlandırılmıştır. Askerî İmalat Grubu olarak da adlandırılan bu teşkilat; Tophane, Feshane, Baruthane, Ayazma ve Ağaçlı, Beykoz, Tahiniye, Bez ve Zeytinburnu Fabrikalarında, Karadeniz, Hadımköy, Çanakkale depolarında, Çobançeşme, Karaağaç, Piri Paşa, Zeytinburnu ambarlarında faaliyet göstermiştir.
Millî Mücadele döneminde Anadolu’daki ilk askerî fabrikaların kuruluşu, Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçmesi ve silah tamiri ve mühimmat imali işlerinin yapılması amacıyla gerçekleşmiştir. Bu fabrikalar ve tesisler 1921 yılı Ocak ayından itibaren yeni bir teşkilat olarak kurulan “Askerî Fabrikalar Umum Müdürlüğü”ne bağlanmış ve daha sistemli çalışmaya başlamışlardır. Askerî Fabrikalar Umum Müdürlüğü çatısı altında birleşmiş olan harp sanayiinde, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan şartlardan dolayı yeni bir düzenlemeye gidilmiş ve bu maksatla 1950 yılında Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu kurulmuştur. Mustafa Kemal Paşa, 1 Mart 1922 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin üçüncü toplanma yılını açarken yaptığı konuşmasında; “Bilhassa harp sanayii ve fabrikalarının çalışmasını özel bir takdir ile anmayı bir borç bilirim. Bu son sene zarfında bu fabrikaların eksikleri en üst düzeyde tamamlanmıştır. Bugün her türlü ihtiyacın tamamlanması imkân altına alınmıştır. Yeni tesis edilen mermi ve fişek fabrikalarında bol miktarda topçu ve piyade cephanesinin ve bombasının hazırlanması ve imaline muvaffakiyet hâsıl olmuştur”sözleri ile bu dönemde yapılan hizmetlere dikkat çekmektedir. Harp sanayiinin gerekliliği ve önemi tarihin her döneminde varlığını koruduğu gibi özellikle Millî Mücadele yıllarında daha da fazla hissedilmiştir. Türk ordusunun güçlenmesi ve barışın bir an önce sağlanması, tehditlerin ortadan kaldırılması, ekonomik bakımdan Türk halkına sosyal ve kültürel katkıların sağlanması, bayındırlık ve refah açısından harp sanayii önem arz etmiştir.
Millî Mücadele öncesi ve sonrasında askerî fabrikalar, her türlü silah ve mühimmatı üreten genel merkezler olmuş ve ulusal bağımsızlık yolunda önemli faaliyetler yapan teşkilatların başında gelmiştir. Özellikle cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren, askerî fabrikalar Türkiye’nin silah tedarikini sağlayan kurumlar olarak büyük hizmetler vermişlerdir. 1921 yılına gelindiğinde İmalât-ı Harbiye çalışmaları yoğun olarak Ankara ve çevresinde toplanmıştır. 1922 yılında İmalât-ı Harbiye, Fen Heyeti, İdare Riyaseti, Teftiş Heyeti, Tecrübe Muayene Heyeti, Zat İşleri, İnşaat, Muhasebe, Mubayaa, Yollama Şubeleri olmak üzere teşkilatını daha da genişletmiş ve çalışmalarına hız vermiştir. Bu dönemde İmalât-ı Harbiye Dairesine bağlı olarak çalışan fabrikalar, Ankara Silah Tamirhanesi, Ankara Top Mühimmathanesi, Marangozhane, Eskişehir Silah Tamirhanesi, Keskin Fişek İmalathanesi, Kayseri ve Konya Tamirhanesi, Erzurum İş Ocağı’dır. Cumhuriyet’in ilanından sonra harp sanayisinin gelişimi tamamen askerî fabrikaların yapılandırılması ile paralel bir gelişme göstermiş ve Askerî Fabrikalar Umum Müdürlüğü dönemin silah sanayisinde önemli bir yer teşkil etmiştir.
Müdafaa-i Millîye Vekâleti’ne bağlı olan Askerî Fabrikalar Müdüriyeti 10 Ocak 1921 tarihinde kurularak bu tamirhaneler tek bir çatı altında toplanmıştır. Topçu Albay Asım Bey “Genel Müdür” olarak tayin edilmiş, yeni kurulacak askerî fabrikalar için Kırıkkale ve civarı uygun görülmüştür. 1921 ile 1950 yılları arasında faaliyette bulunacak olan Askerî Fabrikalar Umum Müdürlüğü ile İstanbul, Ankara ve Anadolu’nun çeşitli yerlerine dağılmış olan tüm işletmeler bir çatı altında toplanarak faaliyetlerine hız vermiştir. Askerî fabrikalar; silah, mühimmat ve kimyasal maddeler fabrikaları olarak sınıflandırılabilir. Silah fabrikalarının en önemli yapıları; Ankara Silah Fabrikası, Kırıkkale Tüfek Fabrikası, Kırıkkale Top Fabrikasıdır. Mühimmat fabrikaları; Harp sanayii içerisinde silah sanayiinin tamamlayıcısı olarak görülen mühimmat sanayii, hafif ve ağır silahlarda kullanılan mermi, fişek, kapsül, tapa ve eğitim mermilerini üreten fabrika ve tesisleridir. Kırıkkale Mühimmat Fabrikası, Ankara Fişek Fabrikası (Gazi Fişek Fabrikası), Silahdarağa Fişek Fabrikası (1968 yılında Kayaş Kapsül Fabrikası ile birleştirilmiştir) önemli mühimmat fabrikalarıdır.
Ayrıca, kimyasal maddeler fabrikaları; askerî fabrikalar içinde önemli bir yere sahiptir. Kırıkkale Barut Fabrikası, Bakırköy Barut Fabrikası, Elmadağ Barut Fabrikası, Konya Güherçile Kalhanesi, Mamak Gaz Maske Fabrikası, bu fabrikaların başlıcalarıdır.
Millî Mücadele’den sonra Türkiye’de savunma sanayiinin ilk özel sektör fabrikası Şakir Zümre Bey tarafından kurulmuştur. Varna doğumlu olan Şakir Zümre Bey, Cumhuriyetin ilanından sonra Türkiye’ye yerleşmiştir. Söz konusu fabrika Türk ordusuna uzun süre hizmet vermiş, silah ve cephane ihtiyacını önemli ölçüde karşılamış ve 1966’da ölümünden sonra 1970 yılında kapatılmıştır. Türkiye’de özel harp sanayii sektöründe hizmet eden bir başka isim de Nuri Killigil’dir. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türk ordusunun tabanca ihtiyacını karşılamak maksadıyla 1942 yılında askerî fabrikaların dışında faaliyet gösteren ve demir eşya fabrikası sahibi olan Nuri Killigil’den bir tabanca fabrikası kurması istenmiştir. Nuri Killigil, Müdafaa-i Millîye Vekâleti’nin teşvik ve yardımları ile tabanca fabrikasını üretime açmıştır. Silah fabrikasında, çizimini bizzat yaptığı ve kendi adını verdiği Nuri Killigil tabancasını üretmiş, yarı otomatik ve 9 milimetre çapındaki bu ilk yerli ve millî tabanca o dönem için dünyanın en iyi silahları arasında yer almıştır.
Osmanlı Devleti’nin yükselme döneminde dünyanın en güçlü donanmasına sahip olan Türk Deniz Kuvvetleri, 18’inci yüzyıldan itibaren teknolojik olarak yenilenme gayreti içerisine girmiş, ancak dünyanın hızlı değişimine ayak uyduramayarak, cumhuriyet dönemine güçlü bir miras bırakamamıştır. Millî Mücadele yıllarında Umur-ı Bahriye Müdürlüğü, 1 Mart 1921 tarihinde Bahriye Dairesi Reisliği’ne dönüştürülmüş ve bütün şubeleri Müdafaa-i Millîye Vekâleti’ne bağlanmıştır. 1924 yılının Aralık ayında “Bahriye Bakanlığı” kurulmuş ve deniz kuvvetlerinin gücü artırılmaya çalışılmıştır. Bu konudaki çalışmalar daha sonraki dönemde de hız kaybetmeden devam etmiş ve 16 Ocak 1928 tarihinde çıkarılan bir yasa ile Bahriye Vekâleti, Müdafaa-i Millîye Vekâleti’ne bağlı Deniz Müsteşarlığı’na dönüştürülmüştür.
Yeni Türk Devleti denizcilik alanında gelişim sağlamak amacıyla daha ilk yıllardan itibaren büyük hedefler planlamıştır. Bu planlar neticesinde Atatürk döneminde millî bütçe ile alınan ve sipariş edilen birçok savaş gemisi bulunmaktadır. Bunlar; Adatepe, Kocatepe, Tınaztepe, Zafer destroyerleri, Doğan, Martı, Deniz Kuşu, hücumbotları, Birinci İnönü, İkinci İnönü, Dumlupınar, Sakarya, Gür, Saldıray, Atılay, Yıldıray, Batıray, denizaltı gemileridir. Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’ne katılan Yavuz ve Hamidiye zırhlılarının onarım ve havuzlama çalışmaları için İzmit Körfezi’nde yer tespiti yapılarak Gölcük’te 1926 yılından itibaren tersane kurma çalışmalarına başlanmıştır. 1960 başlarına kadar sadece Denizcilik İşletmelerine ait Haliç ve Camialtı Tersaneleri ile Taşkızak ve Gölcük Askerî Tersaneleri kamuya ait ufak tipte gemiler ile yine deniz kuvvetlerimizin ihtiyacı olan ufak tipte ve yardımcı sınıf gemiler inşa etmişlerdir.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İstanbul’un işgali ve askerden arındırılması ile Taşkızak Tersanesi’nin kapatılmasına, mevcut tezgâh ve makinelerin Gölcük’e nakledilerek orada yeni bir tersane kurulmasına karar verilmiştir. Bu arada 1936 yılında Türkiye ile Almanya arasında yapılan bir anlaşma gereğince Türk Deniz Kuvvetleri için dört denizaltı yapılmasına karar verilmiş ve 14 Ağustos 1937 tarihinde “Atılay” ve 9 Eylül 1937 tarihinde “Yıldıray” tamamlanmış ve hizmete girmiştir. 1941 yılında Taşkızak Tersanesi yeniden kurulmuş ve az sayıda mühendis ve işçi ile çalışmaya başlamıştır. 1960 yılından itibaren gelişmesini hızlandıran tersane, modernleşme ve tesisleşme faaliyetleri ile deniz kuvvetlerimizin ihtiyaçlarını karşılamaya devam etmiştir.
Türk tarihinde havacılık çalışmaları 1911 yılında Trablusgarp Savaşı sırasında başlamıştır. 11 Haziran 1911 tarihinde “Kâinatı Fenniye ve Mevakii Müfettişliğinin” 2’nci şubesine bağlı olarak bir hava komisyonu kurulmuş, böylece Türk ordusunda Hava Kuvvetlerinin çekirdeği oluşturulmuş, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra 16 Şubat 1925’te “Türk Tayyare Cemiyeti”kurulmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında, Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifleri üzerine, Kayseri’de bir uçak fabrikası kurma kararı alınmıştır. Firma arayışı sırasında akla ilk gelen, Alman Profesör Junkers’in başında olduğu ve kendi ismiyle anılan Alman Junkers Uçak Fabrikası A.Ş. olmuştur. Bu dönemde yaşanan Türk-Alman ilişkileri sonucu Türkiye’de ortak bir tayyare fabrikası kurulmasına karar verilmiştir. Bunun üzerine TOMTAŞ (Tayyare ve Motor Türk Anonim Şirketi) adı altında 3.360.000 TL sermayeli bir şirket kurulmuş ve bu sermayenin 125.000 lirası Türk Tayyare Cemiyeti tarafından karşılanmıştır. 7 Eylül 1925 tarihinde Müdafaa-i Millîye Vekâleti ile Alman Junkers Flugzeugwerke Aktein Gesellschaft (Junkers Uçak Fabrikası Anonim Şirketi) arasında bir anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşmaya göre, Eskişehir’de de onarım ve montaj işlerini yapacak bir fabrika kurulmasına karar verilmiştir. Kuruluş yılından itibaren Hava Müfettişliği emrinde çalışmaya başlayan bu tesis, 1928 yılında Hava Müfettişliği kaldırılınca 1’inci Tayyare taburu emrine girmiş ve 1’inci Tayyare Taburu Tamirhanesi adını almıştır.
1930 yılından itibaren ise Eskişehir Tayyare Tamir Fabrikası olarak çalışmalarına devam etmiştir. TOMTAŞ’ın kuruluş ve faaliyetlerinden sonra Türkiye’de havacılık alanında özel sektör girişimleri de görülmektedir. Bu alanda Nuri Demirağ 1936 yılında İstanbul Beşiktaş’ta bir tayyare fabrikası kurmuş ve faaliyete başlamıştır. Bu fabrika Türkiye’de kurulan ilk uçak fabrikasıdır. Türkiye’de Hava Harp Sanayii için atılan diğer önemli bir adımda, Türk Hava Kurumu Etimesgut Uçak Fabrikasının kuruluşudur. Bu fabrika İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı yıllarda Genelkurmay Başkanlığı’nın isteği ile 1939-1941 yılları arasında kurulmuş ve fabrika tarihi bir gelişimin ve zorunluluğun sonucu olarak doğmuştur. Fabrikanın kuruluş aşamasında, İngiltere’den lisans alınarak “Miles-Magister” eğitim uçaklarının imaline başlanmış, 1 Mart 1942’de ise Hava Kuvvetlerindeki PZL uçaklarının revizyon ve onarım faaliyetlerine girişilmiştir. Cumhuriyetin ilanından sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurumsal ve iktisadî şekillenmesine bağlı olarak silah sanayiinin gelişimi, Askerî Fabrikalar Umum Müdürlüğü tarafından yürütülmüştü. Bu süreçte askerî fabrikaların modern bir ordunun isteklerini karşılayacak kapasiteye ulaştırılması ve devlete yük olmaktan kurtarılması için yeniden teşkilatlandırılması zorunlu hale gelmiştir. Bu durumun bir neticesi olarak savunma sanayii alanında yeni bir yapılanmaya ihtiyaç duyulmuştur.
İşte bu ihtiyaçlar sonucunda, sermayesinin tamamı Türkiye Cumhuriyeti hazinesince ödenmiş bir Kamu İktisadi Teşebbüsü olarak, 15 Mart 1950 tarih ve 5591 sayılı kanunla Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu kurulmuş ve Askerî Fabrikalar Umum Müdürlüğünün tüm varlığı MKEK’ye devredilmiştir. Savunma sanayiinin yapısal teşkilatı üç aşamadan oluşmaktadır. Bu aşamalar sırası ile şu şekildedir;
- Her türlü hafif silah, mühimmat, roket, topçu mühimmatı, araç ve gereçlerin üretim aşaması,
- Ağır silah, araç ve gereçler ile bunların bakımı için lüzumlu yedek parça ve sarf malzemeleri üretim aşaması,
- İleri teknoloji gerektiren ağır silah ve mühimmat, araç ve gereç ile hassas elektronik ve optik cihazlar üretim aşaması.
Cumhuriyet döneminde Türkiye’de savunma sanayiinin gelişimi değerlendirildiğinde belirli kırılma noktalarının olduğu görülmektedir. Bunlardan birincisi 1921 yılında Askerî Fabrikalar Umum Müdürlüğü’nün kuruluşu, ikincisi 1950 yılında askerî fabrikaların Makine Kimya Endüstri Kurumu çatısı altında toplanması, üçüncüsü de Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası Türkiye’ye uygulanan ambargo sonrası savunma sanayiinde yaşanan gelişmelerdir. Son olarak da 1985 sonrası Türkiye’de modern savunma sanayiine geçiş çalışmaları ve Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nın kurulması ve 2017 yılında Savunma Sanayii Başkanlığı’na dönüşümdür. Bu kırılma noktalarından, ambargo ve sonrası meydana gelen gelişmeler Türkiye’de millî harp sanayii gerçeğini ortaya çıkarmış ve bu yolda çalışmaların temelleri atılmıştır. Kıbrıs Barış Harekâtı ve yarattığı sonuçlar, önemli bir gerçeği ortaya çıkarmıştır. Bu süreçte Türk ordusunun silah ihtiyacının mümkün olduğunca yerli kaynaklardan sağlamanın gereği açıkça anlaşılmıştır. Bu çerçevede Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerini güçlendirme vakıfları kurulmuş ve bu vakıflar için gerekli fonlar oluşturulmuştur.
Türk Savunma Sanayiine Yön Veren Efsane İsimler
Nuri Killigil
Türk savunma sanayisinin kurucusu olarak kabul edilen Nuri Killigil, 1940’larda İstanbul’da kurduğu fabrikada top, havan, uçaksavar mermi ve tapalarının yanı sıra uçak bombaları imal ederek, özel sektörde yerli harp sanayisinin gelişmesine ve Türk ordusunun ateş gücünün artırılmasına katkı sağlayan ilk girişimcilerden biri olarak biliniyor.
Savaşçı bir ailenin içinde 1890 yılında doğan Nuri Killigil, tıpkı ağabeyi Enver Paşa ve Kut’ül Amare kahramanı amcası Halil (Kut) Paşa gibi bir asker olarak yetişti. Trablusgarp’a gönderilen gönüllü subaylar arasında yer aldı ve I. Dünya Savaşı öncesi yüzbaşılığa kadar yükseldi. Savaş alanındaki başarılarından dolayı 28 yaşındayken yarbay rütbesine terfi ettirildi.
Afrika Grupları Komutanı olarak Kasım 1914’te Afrika’ya gönderildi ve bir süre orada görev yaptı. 1917’de Kafkas İslam Ordusu komutanlığına getirilen Nuri Paşa, Bakü ve Dağıstan’ı Rus işgalinden kurtarmasının ardından Anadolu’ya geçerek Kazım Karabekir Paşa’nın kolordusuna katıldı. Mondros Antlaşması sonrası çağrıldığı İstanbul’da İngilizler tarafından tutuklanıp Batum’da hapsedildi. Batum’da hapisten kaçarak Kızıl Ordu’ya karşı savaştı. 1925 yılında yarbay rütbesiyle emekliliği onaylandı ve 29 Şubat 1929’da Kurtuluş Savaşı’ndaki hizmetleri için Nuri Paşa’ya İstiklal Madalyası verildi.
1940’lı yıllarda Zeytinburnu’ndaki demir eşya fabrikasında çeşitli metal eşyaların yanı sıra silah, tapa ve mermi üretmeye başladı. Zeytinburnu fabrikasını Haziran 1946’da kapatarak Sütlüce’ye taşıdı ve Türkiye’nin ilk özel savunma şirketini kurdu. Fabrikayı geliştirerek, matara, gaz maskesi, çelik başlık, soba gibi eşyaların yanında tabanca, 81 milimetre havan, mühimmat, tapa, uçak bombası, tahrip kalıpları da üretti.
Kısıtlı imkânlar ve zor şartlar altında ürettiği silah ve mühimmatı, Milli Savunma Bakanlığına sattığı gibi yurt dışına, Mısır, Filistin, Pakistan, Suriye gibi ülkelere de ihraç etti. Dünya silah lobisinin birtakım hamleleriyle Nuri Killigil’in silah üretimi engellenmeye başladı. Hatta bu çabalar, fabrikanın kapanma aşamasına gelmesine neden oldu.
İsrail’in kuruluşu ve sonrasında, Filistinlilere ve bölgedeki diğer Arap ülkelerine silah satması, Nuri Paşa’nın üzerindeki baskıların ve engellerin artmasına yol açtı. Fabrikasındaki üretimden rahatsız olan bazı çevrelerin baskıları sonucu silah üretemeyeceğini açıkladı ama üretimine gizlice devam etti. Nuri Paşa, silah fabrikasında, çizimini bizzat yaptığı ve kendi adını verdiği Nuri Killigil tabancasını üretti. Yarı otomatik ve 9 milimetre çapındaki bu ilk yerli ve milli tabanca o yıllarda dünyanın en iyi silahları arasında yer aldı.
Yarı otomatik ve 9 milimetre çapındaki bu ilk yerli ve milli tabanca o yıllarda dünyanın en iyi silahları arasında yer aldı. Nuri Killigil’in ürettiği silahın modeli ve teknik mekanizması o kadar iyiydi ki, İtalyan silah üretici Bernardelli tarafından kopyalanıp, 1980’lere kadar kullanılmıştır.
2 Mart 1949’da sahibi olduğu fabrikada sabotaj olduğu düşünülen büyük bir patlama meydana geldi ve aralarında Nuri Killigil’in de bulunduğu 27 kişi bu patlamada hayatını kaybetti. Ruslara karşı savaşıp Bakü’yü kurtaran, İsrail’in kurulmasına karşı çıkarak Filistinlilere destek veren, Arap ülkelerine silah satan Nuri Killigil’in fabrikasında bu şekilde bir patlama gerçekleşmesi ve Killigil’in bu patlamada hayatını kaybetmesi suikast iddialarını günümüze kadar getirdi. Olayın ihmalden mi sabotajdan mı kaynaklandığı o günlerden itibaren tartışılmaya devam edildi. Kapsamlı itfaiye ve adli tıp raporlarına ulaşılmayan patlama ile ilgili TBMM kapalı oturumunda Başbakan Şemsettin Günaltay, milletvekillerini bilgilendirdi. Ancak tutanaklar üzerinde gizlilik kararı olduğundan Killigil’in ölümündeki ve patlamadaki sır perdesi aralanamadı.
Şakir Zümre
Şakir Zümre, 1925 yılında İstanbul Haliç’te, tamamı yerli sermaye ile özel sektöre ait ilk silah ve cephane fabrikasını kurdu. Türkiye’nin ilk uçak bombalarını, silahlar, cephane ve motor üretimine kadar çok çeşitli konular üzerinde çalıştı. II. Dünya Savaşı’nın yokluklar içindeki yıllarında, güç koşullar altında 2 bin kişinin çalıştığı fabrikasında uzun yıllar üretim yaptı ve birçok ülkeye silah ihracatı gerçekleştirdi. Marshall yardımları yüzünden silah fabrikası, soba üreten fabrikaya dönüştü ve bir süre sonra kapanmak zorunda kaldı.
Türk sanayici ve siyaset adamı Şakir Zümre, 1885 yılında Bulgaristan’ın Varna şehrinde doğdu. Varna’da ilkokul ve ortaokul eğitimini tamamladıktan sonra İsviçre’deki Cenevre Lisesine kaydoldu. 1908 yılında Cenevre Hukuk Fakültesinden mezun oldu. Mezuniyetinden sonra Varna’ya dönerek avukatlık yaptı, ticaretle uğraştı. Siyasete de atıldı ve Varna mebusu olarak Bulgaristan meclisine girdi.
I. Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Anlaşması’ndan sonra Bulgar hükümeti tarafından Bulgaristan’ı Türkiye lehine savaşa sokmak gerekçesiyle hapsedildi. 7 aylık hapis hayatından sonra Bulgaristan’da iş başına yeni bir hükümetin gelmesi üzerine özgürlüğüne kavuştu ve Milli Mücadele lehinde çalışmalar yürüttü. Anadolu’ya silah ve cephane taşınması için uğraş verdi. Mütareke sırasında İstanbul’da ticari faaliyetlere girişti. 1920’de İstanbul’da madeni eşya fabrikası kurdu. Mudanya Antlaşması’ndan sonra da faaliyetlerine devam etti. Demir ve bakır gibi bazı ham maddelerin Bulgaristan’a ihracı için çalıştı.
Kurtuluş savaşı sırasında Türkiye’ye yurt dışından silah ve cephane gönderdiği için TBMM tarafından İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi.
Daha o yıllarda İstanbul’da bir silah fabrikası kurma amacındaydı. Bu amacını Erkan-ı Harbiye-i Umumiye’ye bildirdi. Fakat o yıllarda böyle bir girişimde bulunmak türlü zorlukları da içinde barındırıyordu. Yine de savunma sanayiine özel bir önem veren Şakir Zümre, daha önce tapa fabrikası olarak hizmet veren bir binanın enkazlarını değerlendirerek Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk özel sektör savunma sanayii fabrikasını kurdu. 1925 yılında Haliç’teki Karaağaç mevkiinde hizmete giren, Türk Sanayi Harbiye ve Madeniye Fabrikası isimli bu fabrikada silah ve cephane üretimi yapıldı. Fabrika Türk ordusunun silah ve cephane ihtiyacını karşılamak için faaliyet yürüttü.
Türk Hava Kuvvetlerinin ilk bombardıman uçaklarının kullandığı bombaların büyük bir bölümü bu fabrikada üretildi. 100 kg, 300 kg, 500 kg ve 1000 kg’lik bombaların seri üretimiyle Türk Hava Kuvvetlerinin önemli bir ihtiyacı karşılandı. Bununla beraber Türk deniz kuvvetleri için de su bombalarının yanı sıra aydınlatma fişekleri, mayın, el bombaları ve 5 beygirlik mazotla çalışan motorlar üretti. İlk Türk denizaltı bombaları da Türk Sanayi Harbiye ve Medeniye Fabrikasının üretimi olarak tarihe geçti.
Şakir Zümre, ürettiği ürünlerin ihracatını da gerçekleştirdi. Bu fabrikada üretilen bombalar dünyadaki örneklerinden daha fazla tahrip gücüne sahip olduğu için Şakir Zümre, Yunanistan’ın 1937 yılında açtığı ihaleyi kazandı. İhaleyle Yunanistan’a 1.5 milyon liralık ihracat gerçekleştirildi. Fabrika aynı zamanda Bulgaristan, Polonya, Mısır, Ürdün, Suriye ve çeşitli ülkelere de silah ihracatı yaptı.
II. Dünya Savaşı yıllarında da işçi sayısı kimi zaman 2 bini bulan Şakir Zümre Türk Sanayi Harbiye ve Medeniye Fabrikası önemli hizmetlerde bulundu. Bu yıllarda fabrikanın en büyük sorunlarından biri, uluslararası ulaşım yollarının kapalı ve abluka altında olması dolayısıyla fabrikanın ham madde, teknik alet ve makine gereksinimlerinin karşılanamamasıydı. Tüm bu zorluklara rağmen ayakta kalmayı ve üretimini devam ettirmeyi başarmıştır.
Vecihi Hürkuş
Türk havacılığında birçok ilke imza atan Vecihi Hürkuş, büyük mücadelesi, bitmeyen azmi ve kararlı duruşuyla Türk havacılık sektörünün gelişmesine en önemli katkıyı veren birkaç isim arasında yer aldı. TAI tarafından üretilen yeni nesil temel eğitim uçağına adını verilen Vecihi Hürkuş’un hayat hikayesi, Türkiye’nin bugünlere nasıl geldiğini ve bu uğurda mücadele edenlerin nasıl zorluklar ile karşılaşıp, ne bedeller ödediğini gözler önüne sermektedir.
Vecihi Hürkuş, 18 Ocak 1896’da İstanbul’da doğdu. İlkokulu Bebek’te okudu. Ardından Üsküdar’da Füyuzati Osmaniye Rüştiyesinde ve Üsküdar Paşakapısı İdadisinde eğitimine devam etti. Daha sonra Tophane Sanat Okuluna geçerek buradan mezun oldu. 1912 senesinde eniştesi Kurmay Albay Kemal Bey’in yanında gönüllü olarak Balkan Harbi’ne katıldı. Balkan Harbi bitince İstanbul Ordu Kumandanlığının görevlendirmesiyle Beykoz Serviburun’daki esir kampına kumandanlık yapmaya başladı.
Tayyare Makinist Mektebine girdi. Buradan mezuniyetinden sonra Birinci Dünya Savaşı’nda Bağdat Cephesi’ne makinist olarak gönderildi. Ancak 2 Şubat 1916’da bir uçak kazasında yaralandı ve tekrar İstanbul’a geldi. İyileştikten sonra Yeşilköy’deki Tayyare Mektebine girdi. Burada 21 Mayıs 1916 tarihinde ilk uçuşunu gerçekleştirdi. 15 Kasım 1916’daki mezuniyetinden sonra pilot diplomasını aldı.
Uçak düşüren ilk Türk tayyareci olarak tarihe geçti. 1917 senesinde Kafkas Cephesi’ne, 7. Tayyare Bölüğü’ne tayin edildi. Bu cephede bir Rus uçağını düşürdü ve uçak düşüren ilk Türk tayyareci olarak tarihe geçmiştir. 8 Ekim 1917 ise bir hava savaşında kendi kullandığı uçak Ruslar tarafından düşürüldü. Yaralanan Hürkuş, uçağını Rusların eline geçmemesi için yaktı. Ancak kendisi esir düştü ve Hazar Denizi’ndeki Nargin Adası’na gönderildi. Buradan Azeri Türklerinin yardımıyla kaçtı.
Birlikte kaçtığı İstihkâm Teğmeni Salih Bey’le 2,5 ayda yaya olarak Süleymaniye üzerinden Musul’a ulaştı. I. Dünya Savaşı sonlarında İstanbul’a geldi ve Hava Müdafaa Bölüğü’ne atandı. Bu sırada bir av uçağı tasarımı yaptı ama bu projesi Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanması ile yarım kaldı. İstanbul’un işgali üzerine ise Hürkuş, Anadolu’ya geçip Milli Mücadele saflarına girme yollarını araştırdı. Esaretten dönen askerlerin arasına karışarak Harem’den kalkan bir gemiye bindi ve Mudanya’ya ulaştı. Ardından Bursa ve Eskişehir üzerinden Konya’ya giderek sivil pilot olarak Kurtuluş Savaşı’na katıldı. Kurtuluş Savaşı’nda başarılı keşif uçuşları yaptı ve bir Yunan uçağını düşürdü.
Kurtuluş Savaşı’ndaki kahramanlıları nedeniyle üç defa TBMM takdirnamesi verilen tek kişi olarak kırmızı şeritli İstiklal Madalyası kazandı. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra İzmir/Seydiköy’de açılan tayyare okulunda eğitim vermeye başladı. 1923 yılında İzmit mıntıkası tayyare bölüğüne atandı. Fakat burada üç ay kaldıktan sonra Binbaşı Fazıl’ın eğitim uçuşu sırasında düşüp yaşamını yitirmesiyle yeniden İzmir’e çağrıldı.
Uçak tasarımı üzerinde yoğun çalışmalara başladı ve savaş sırasında Yunanlılardan kalan uçak malzemelerinden yararlanarak projesini hazırladığı ilk Türk uçağı “Vecihi K-VI’yı 1924’te tasarladı ve üretti. Uçağı için uçuş müsaadesi istedi. Ancak uçabilirlik sertifikası için toplanan teknik heyette tayyareyi kontrol edecek personel bulunamadığından Vecihi K-VI’nın uçuşunda gecikmeler yaşandı.
Sonunda teknik heyetten bir kişinin “Vecihi, biz sana bu lisansı veremeyiz. Uçağına güveniyorsan atla, uç, bizi de kurtar.” demesi üzerine Vecihi Hürkuş, 28 Ocak 1925’te “Vecihi K-VI” ile ilk uçuşunu yaptı. Ancak bu uçuş izinsiz gerçekleştirildiği için cezalandırılırdı.
16 Şubat 1925’te Türkiye’de kurulan ilk sivil havacılık organizasyonu olan Türk Tayyare Cemiyeti (THK) kurucuları arasındaki ilk ve tek pilot olarak yer aldı. 17 Haziran 1925’te Türkiye’de ilk olarak Vecihi Hürkuş’a Türkiye’nin Baştayyarecisi unvanı verildi. Türk Tayyare Cemiyetinde halka havacılık sevgisini yaymak amacıyla başlatılan bağış kampanyasından elde edilen gelirlerle satın alınan ve Ceyhan ismi verilen uçakla yurt içi bağış gezilerine çıktı. Hürkuş daha sonra Türk Tayyare Cemiyeti heyetiyle ikinci kez Avrupa’ya gitti. Almanya’da Junkers ve Rohrbach uçak fabrikalarını gezdi. Fransa’da birçok uçak fabrikasında incelemelerde bulundu.
Türkiye’ye dönüşünde, cemiyetin tasarı ve projelerinin rafa kaldırılması, elindeki tayyare, vasıta ve elemanlarının hava kuvvetlerine verilmesi ve kendisinin de tekrar hava kuvvetlerinde görev alması istenince Hürkuş, görevinden istifa etti. Bu sırada Milli Savunma Bakanlığının Kayseri’de Tayyare Onarım ve Motor Anonim Şirketine (TOMTAŞ) ait fabrika kurmak için anlaşmasının ardından kendisine gelen teklifi kabul ederek “Junkers A.20” uçaklarındaki eksikliklerin düzeltilmesi çalışmalarında görev almak için yeniden Almanya’ya gitti.
Buradaki çalışmalarının ardından yurda geri çağrıldı. 1926’da “Junkers A.35” uçağının tecrübe edilmesi görevini başarıyla yerine getirdi. 16 Eylül 1926 tarihinde Türkiye’de ilk defa Vecihi Hürkuş’un kullandığı Junkers F-13 uçağı ile paraşütle atlama gösterisi Ankara’da yapıldı. 1927’de TOMTAŞ’ın 14 kişilik 3 motorlu “Junkers G.24”, diğeri altı kişilik tek motorlu “Junkers F.13” yolcu uçaklarıyla Ankara-Kayseri arasında, ülkedeki ilk hava yolları uçuşları sayılan ulaşım uçuşlarını yaptı. Daha sonra Hürkuş, Türk Hava Kurumundaki eski görev yeri olan Teknik Şube’ye geri döndü.
1930 yılında Ankara’da toplanan Sanayi Kongresi’nde açılan Yerli Mallar Sergisi’nde kendisine ait yerli malı uçaklarının resim ve maketleri ve üstten kanatlı kapalı kabinli “Vecihi K-XI” tipi uçağın modeline ait minyatür katılımcıların yoğun ilgisiyle karşılaştı. Yeni uçak model ve tiplerini tasarlamaya devam eden Hürkuş, Kadıköy’de bir keresteci dükkanı kiraladı ve burada üç ay içinde “Vecihi XIV” uçağını imal etti. Bu iki kişilik, tek motorlu spor ve eğitim uçağı ilk uçuşunu büyük bir kalabalık ve basın topluluğu karşısında 27 Eylül 1930’da Kadıköy’ün Fikirtepe semtinde gerçekleştirdi. Vecihi XIV, Türkiye’nin ilk sivil uçağı, kendisinin de ürettiği ikinci uçak oldu.
Uçağı inceleyen Başbakan İsmet İnönü ve bazı komutanların takdirini kazanan Hürkuş, uçabilirlik sertifikası almak için İktisat Bakanlığına başvurdu. Fakat başvurusuna karşılık olarak “Tayyarenin teknik vasıflarını tespit edecek kimse bulunmadığından gereken vesika verilmemiştir.” cevabını aldı.
Bunun üzerine bakanlıktan, uçağın istenen belgeleri alması amacıyla Çekoslovakya’ya gönderilmesi için izin çıkardı. Uçak sökülerek demir yoluyla Prag’a gönderildi. Hürkuş, 23 Nisan 1931’de Çek yetkililerden uçuş izni aldı ve Türkiye’ye dönünce uçağın kullanımda kalması amacıyla Posta İdaresi ile “Ankara-Erzurum” ile “Ankara-İstanbul” arasında posta hattı kurulması için görüşmeler yaptı.
Bu arada Hürkuş yetkili makamlarla birtakım sorunlar yaşamaya başladı, yardımcılığını yapan makinistin de görevine son verildi. Bunun üzerine kurumdan yeniden ayrıldı. 1932’de ilk Türk sivil havacılık okulu olan Vecihi Sivil Tayyare Mektebini (VSTM) kurdu. Okula ikisi kız olmak üzere 12 öğrenci kaydoldu. 1933’te Vecihi Hürkuş, iş adamı Nuri Demirağ’ın 5 bin lira bağışta bulunmasının ardından “Vecihi XVI” kapalı kabin uçağını imal etti. Aynı yıl, tek satıhlı “Vecihi XV” uçağını da yaptı. 30 Ağustos 1933’te ikişer adet Vecihi XIV ve Vecihi XV uçakları ve bir adet Nuri Bey Vecihi K-XVI uçağıyla öğrencileri, İstanbul’da gösteri uçuşu düzenledi.
Öğrencileri çeşitli başarılara imza atmalarına rağmen okulu, maddi sıkıntılar ve öğrencilerinin diplomalarına denklik verilmemesi yüzünden kapandı. Bundan sonra, Türk Hava Kurumu Başkanı Fuat Bulca’nın çağrısı üzerine yeniden Ankara’ya döndü. Burada başöğretmen olarak görev yaptı. Etimesgut hangarlarını inşa etti. Yetiştirdiği öğrenciler, Rusya’ya eğitime gönderildi.
1937’de Hürkuş, mühendislik eğitimi için Almanya’ya gitti. Weimar Mühendislik Mektebinden 27 Şubat 1939’da tayyare makine mühendisliği diplomasını alarak mezun oldu. Yurda dönüşünde Türk Hava Kurumu tarafından Van’a tayin edildi. Bunun üzerine Hürkuş görevinden yeniden istifa etti. 1942’de “Vecihi Havada” kitabını yayınladı. 1947’de Kanatlılar Birliği’ni kurdu. Türk Hava Kurumundan “Magister” tipi bir öğrenim uçağı temin ederek kızı Gönül ile “Kanatlılar” adlı bir dergi çıkarttı.
1951’de beş arkadaşıyla birlikte havadan zirai ilaçlama yapmak üzere “Türk Kanadı” şirketini kurdu. Sait Bayav ve Muammer Öniz ile İngiltere’den “Auster MK-V” tipi üç uçak aldı. 1954’te Hürkuş Hava Yolları’nı kurdu. Sefer yapılmayan şehirlere uçuş koyma izni alamayan, bir süre gazete dağıtımı yapmak isteyen Hürkuş’un şirketi daha sonra kapandı. Elinde kalan son uçağı “TC-ERK”iMaden Tetkik Arama Enstitüsü’nün emrinde kullandırarak, Güneydoğu Anadolu’da toryum, uranyum ve fosfat arama çalışmalarını yaptırdı.
Ömrünün sonuna kadar Türk havacılığının gelişmesi için büyük çabalar sarf eden Vecihi Hürkuş 16 Temmuz 1969’da hayatını kaybetmiştir. Hayatından kesitlere yer verilen “Hürkuş: Göklerdeki Kahraman” isimli sinema filmi, 25 Mayıs 2018’de vizyona girdi.
Türk havacılığına önemli katkılar yapan Vecihi Hürkuş, vefatının üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen unutulmadı. Adı, Türk havacılığıyla ilgili önemli bir projeye verilerek ölümsüzleşti. Türk Hava Kuvvetleri’nin pilot yetiştirmek için kullandığı yeni nesil temel eğitim uçaklarına “HÜRKUŞ” adı verildi.
“HÜRKUŞ Geliştirme Projesi” Savunma Sanayii Müsteşarlığı (SSM) ile Türk Havacılık ve Uzay Sanayii (TAI) arasında 2006’da imzalanan protokolle başladı. HÜRKUŞ sözleşmesi kapsamında 2 adet uçar prototip uçak ve 2 adet yapısal test uçağı geliştirildi. Bunun yanı sıra uçaklara ilişkin yer destek teçhizatı ve yedek malzeme üretimi gerçekleştirildi.
Türkiye’nin ilk temel eğitim uçağı HÜRKUŞ-A ilk defa 29 Ağustos 2013’de havalandı. HÜRKUŞ-A, Avrupa Havacılık Emniyet Ajansı (EASA) ve Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’nden (SHGM) sertifika alan ilk Türk uçağı oldu. HÜRKUŞ-B ise ilk uçuşunu 30 Ocak 2018’de başarıyla gerçekleştirdi. Uçak, HÜRKUŞ-A’ya göre daha donanımlı olarak üretildi.
Nuri Demirağ
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk uçak fabrikasını açan ve bu alanda tüm mal varlığını harcayarak büyük mücadeleler veren Nuri Demirağ, Türk savunma sanayiinin kurucularından kabul edilmektedir. Nuri Demirağ, 1886 yılında Sivas’ın o zamanlar kasaba olan Divriği ilçesinde doğdu. Küçük yaşta babasını kaybeden Demirağ, orta tahsilini Sivas’ta tamamladı. 17 yaşında Ziraat Bankası’nda memuriyete başladı.
1910 yılında 24 yaşında İstanbul/Beyoğlu’nda varidat memuru oldu. Bu memuriyetinde Taksim Kışlası ile talimhanenin Fransızlara peşkeş çekilmesini önledi. Bu sıralarda Yüksek Ticaret Okulunda gece derslerine katılarak yükseköğrenimini yaptı. 1918 yılında işgalcilerin saygısız tavırlarından dolayı memuriyetten istifa etti. Yabancıların tekelinde olan sigara kâğıdı işine girdi. İlk Türk sigara kâğıdı üretimini yaptı. Ürettiği sigara kâğıdına “Türk Zaferi” adını verdi. Milli Mücadele’ye katıldı. 1920 yılında Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin Maçka Şubesi’nin yöneticisi oldu. Milli Mücadele başarıya ulaşıp Cumhuriyet kurulduktan sonra ticari yatırımlarını genişletti.
1926 yılında genç Cumhuriyet’in milli kaynaklarla demiryolu yapımı projesinde yer aldı ve en muhtaç olduğu zamanda Anadolu’ya demir yolu ağı döşedi. 1930’lu yıllarda vizyoner ve atılımcı kişiliği ile büyük projelere girişti. 1931’de, Asya’yı Avrupa’ya bağlayacak Boğaz Köprüsü projesini yaptı. Atatürk tarafından çok beğenilen proje hükûmet tarafından reddedildi. 1933’te Keban Barajı projesini ilk kez dile getirdi. Yabancıların çimento tekelini kırmak için çimento fabrikası kurmak istedi. Bu teşebbüsüne de izin çıkmadı. 1934’te başarılarından ötürü Atatürk, kendisine Demirağ soyadını verdi.
Anadolu’yu demir ağlarla ören Nuri Demirağ, gözünü gökyüzüne çevirdi ve demir kuşlar için çalışmaya başladı. 1936’da, Beşiktaş Nuri Demirağ Uçak Atölyesi’nin temelini attı. Beşiktaş’taki fabrikada Türkiye’nin ilk uçak mühendislerinden Selahattin Alan’ın projesini çizdiği ND-36 adı verilen tek motorlu Türkiye’nin ilk yerli uçağını üretti. Uçak çok beğenildi ve Türk Hava Kurumu tarafından 65 adet sipariş edildi. Demirağ, uçakları kullanacak Türk pilotların yetişmesi için pistin bulunduğu arazide Gök Okulu da kurdurdu. Okul, 1943’e kadar 290 pilot yetiştirdi. Beşiktaş’taki uçak fabrikasında üretilecek uçak ve planörlerin planını Türkiye’nin ilk uçak mühendislerinden Selahattin Reşit Alan çizdi.
1938’de Nuri Demirağ hedef büyüttü ve Nu.D 38 adını taşıyan çift motorlu 6 kişilik yolcu uçağını üretti. Demirağ bu uçağın zamanla geliştirerek ve askeri amaçlar için üretmeyi planlıyordu. Hatta bunun bir bombardıman uçağı olmasını istiyordu. Fakat Nu.D 38 uçağının prototiplerinden biri Selahattin Alan tarafından İstanbul’dan Eskişehir’e getirilirken iniş sırasında pilotaj hatasından kaza yaptı. Hazırlanan raporlar uçakta teknik bir sorun olmadığını ortaya koyuyordu ama THK yine de Nu.D 38 siparişlerini iptal etti. Bununla da kalınmayarak ND-36 ve Nu.D 38’in yurt dışı siparişlerinin önüne engeller koyulmaya başlandı.
Fakat bu engellemeler Demirağ’ı yıldıramadı. Demirağ 1944’te Nu.D 38 için uluslararası uçuş sertifikası aldı. Ancak Demirağ hiçbir zaman işbaşındaki hükümetten gerekli desteği göremedi. Yaşanan iç ve dış gelişmeler sonucunda da Nuri Demirağ’ın fabrikası kapanmak durumunda kaldı ve Türkiye’nin uçak üretimi böylece durduruldu. Milli Kalkınma Partisi’ni kurarak siyasete de atılan, ilk Boğaz Köprüsü projesini, Keban Barajı projesini tasarlayan, Türkiye’nin ilk paraşüt fabrikasını ve ilk sivil havacılık okulunu açan Nuri Demirağ 13 Kasım 1957’de vefat etti.
Türk Savunma Sanayiini Hedef Alan Ambargolar
Coğrafyamız bize kendi gücümüze dayanmamızı gerektiren bir durumu dayatıyor. Öyle olunca da, büyük güçler eğer ellerinde bir imkân varsa, yeri ve zamanı geldiğinde bizi çok zor durumda bırakacak tedbirler alabiliyorlar. Bunun da ilk örneği 1974’teki Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında görüldü.
1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra ABD’nin Türkiye’ye askeri malzeme ve teçhizat satışını yasaklamasıyla tanıştığımız ambargo konusu, 2019 yılında tekrar siyasi ve ekonomik gündemimize girdi. 5 Şubat 1975 tarihinde başlayan ABD’nin silah ambargosu, haşhaş ekim yasağının kaldırılması gibi başka bazı nedenleri olmakla beraber, esas olarak Türkiye’nin Kıbrıs’a düzenlediği harekât ve bu harekâtta ABD silahlarının kullanılması nedeniyle hayata geçirildi. Türkiye ambargo kararına tepki olarak, 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kurulduğunu açıkladı. 25 Temmuz 1975’te ABD’ye verilen nota ile de 1969’da imzalanan Savunma İşbirliği Anlaşması yürürlükten kaldırıldı. Bunlara ilave olarak Türkiye’deki bütün Amerikan üs ve tesisleri Türk Silahlı Kuvvetlerinin kontrol ve gözetimi altına alındı.
Türkiye, savunma sanayini hedef alan 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı esnasında uygulanan silah ambargosu, Türkiye’de savunma teknolojilerinin temininde ve askerî iletişim ihtiyaçlarının karşılanmasında bağımsızlığın ve millî üretimin önemini o zamana değin hiç olmadığı kadar açığa çıkarmıştır. Harekâtın ardından alınan dersler ve olumsuz tecrübeler neticesinde yerli ve millî savunma sanayini desteklemek için Kara Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı öncülüğünde askerî haberleşme ve elektronik ihtiyaçlarının hiçbir ülkeye bağlı kalınmadan karşılanması amacıyla ASELSAN kurulmuştur. ASELSAN, 46 yıl içerisinde geliştirdiği özgün tasarımlar, 2021 yılı itibarıyla dokuz bini aşkın çalışanı, yurt içi ve yurt dışında pay sahibi olduğu şirketleri, binlerce metrekarelik yerleşkeleri ve 78 ülkeye ihracatı ile global bir büyüklüğe ulaşmıştır.
Tarih boyunca yaşanılan birçok olumsuz deneyim, bağımsız bir savunma sanayinin Türkiye için bir varoluş ve hayatta kalma anlamına geldiğini defalarca tecrübe ettirmiştir. Gelişmiş ekonomileri, zengin doğal kaynakları, emperyalist politikalarıyla ellerinde büyük imkânlar bulunan devletler savunma sanayini diğer devletler için adeta bir koz, yeri geldiğinde diğerlerinin varoluşlarını tehdit eden bir güce dönüştürmüşlerdir. Bu nedenle Türkiye’nin bulunduğu jeopolitik konum, coğrafyamızda millî savunma sanayimizi oluşturmayı ve güçlü bir ekosistemle bunu sürdürülebilir kılmayı bize bir zorunluluk olarak sunmaktadır. Türkiye’nin savunma sanayiinde kritik teknoloji, sistem, alt sistem, bileşen ve malzemelerde yerli ve millî çözümler üreterek bu alanlarda söz sahibi bir olması karar vericiler tarafından bir zorunluluk olarak ele alınmaktadır.
Türkiye, savunma sanayini ve bağımsız askerî aksiyonlarını hedef alan ilk ambargoyla 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı esnasında karşılaşmıştır. 70’li yıllardaki Türk savunma sanayi 2000’li yıllarla kıyaslanmayacak kadar geride, hatta yok denecek kadar az olmasına rağmen o zaman bile ciddi çabalar sarf edilmiş, kararlılık vurgulanmış ve adadaki tarihsel Türk varlığının bekası, Türkiye’nin jeopolitik çıkarları için gerçekleştirilen askerî operasyon başarıyla sonuçlanmıştır. Tüm uluslararası baskılara rağmen gerçekçi ve haklı nedenlerle yapılan harekâtın ardından 1975-1978 yılları arasında, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarafından Türkiye’ye ambargo uygulanmıştır. İlerleyen birkaç yıl sonra ABD, kendisine tehdit olarak gördüğü SSCB gibi ülkelerin bulunduğu ve nüfuz etmeye çalıştığı yakın coğrafyamızdaki gelişmeler üzerine, Türkiye’deki askerî üslere olan ihtiyacını da görmüş, Türkiye’nin bu üsleri kapatma restiyle 1978 yılında ambargoları kaldırmıştır.
1974 Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra uygulanan silah ambargosu, ülkemizde savunma teknolojilerinin temininde ve askerî iletişim ihtiyaçlarının karşılanmasında bağımsızlığın ve millî üretimin önemini o zamana değin hiç olmadığı kadar açığa çıkarmıştır. Bu gerçekten hareketle ülkemizin dışa bağımlılığını en aza indirmek Türkiye Cumhuriyeti devletinin savunma sanayi alanındaki temel amacı haline gelmiştir. Hazır alım yoluyla elde edilen sistemlerin 1974 Kıbrıs Barış Harekâtında yetersiz kalmaları, teknoloji sahipliliğinin oluşmamasından, ithal edilen sistemlere ambargolar neticesinde gerekli bakımların yapılamamasından kaynaklanmıştır.
Harekâtın ardından alınan dersler ve olumsuz tecrübeler neticesinde yerli ve millî savunma sanayini desteklemek için Türk halkının bağışlarıyla Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerini Güçlendirme Vakıfları kurulmuştur. Bunu takiben Kara Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı öncülüğünde askerî haberleşme ve elektronik ihtiyaçlarının hiçbir ülkeye bağlı kalınmadan karşılanması amacıyla 14 Kasım 1975 tarihinde ASELSAN kurulmuştur.
ASELSAN, Türkiye’nin teknolojik bağımsızlık mücadelesi; vatandaşların Kara Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfına yaptığı bağışlarla 1975’te kurulan ve lisanslı tek bir ürün ve dört mühendisten oluşan teknik bir kadro ile yola çıkan ASELSAN ile başlamıştır. ASELSAN, 46 yıl içerisinde; geliştirdiği özgün tasarımlar, dokuz bini aşkın çalışanı, milyarla telaffuz edilen ciroları, yurt içi ve yurt dışında pay sahibi olduğu şirketleri, binlerce metrekarelik yerleşkeleri ve 78 ülkeye ihracatı ile global bir büyüklüğe ulaşmıştır. Defense News dergisi tarafından her yıl bir önceki yılın savunma satışları temel alınarak yayınlanmakta olan ‘‘Defense News Top 100’’ dünyanın en prestijli savunma sanayi listesi olarak kabul edilmektedir.
Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı’nın (TSKGV) bir kuruluşu olan ASELSAN, Dünyanın ilk 100 Savunma Sanayii Şirketi (Defense News Top 100) listesine ilk kez 2008 yılında 97’nci sıradan girmiştir. Ulusal ve global başarılarını katlayarak büyüten ASELSAN, 2020’de 48’inci sıraya yükselmiş, 2021’de de listedeki 48inci sırasını korumuştur. ASELSAN’ın Kıbrıs Barış Harekâtının hemen ardından kurulması Türk savunma sanayi açısından önemli bir milat olmuştur.
Güncel Ambargolar ve Etkileri
ABD’nin, Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşılık Verme Yasası (CAATSA) kapsamında Savunma Sanayii Başkanlığı (SSB) ve kurum yetkililerine “Rusya ile kurulan ilişkiler” nedeniyle uygulanacak yaptırımları Nisan 2021’de yürürlüğe girmiştir. ABD tarafından açıklanan yaptırımların özellikle kritik teknolojilerde sistem, alt sistem, bileşen bazında Türk savunma sanayii üzerinde etkiler yaratması hedeflenmiştir. ABD’nin yaptırımları neticesinde dünya üzerindeki pek çok ülke ve şirket, Türk savunma sanayii kurumları ve şirketleriyle olan ilişkilerinde yaptırımlar nedeniyle sözleşmelere aykırı davranışlar sergilemişlerdir. Taahhütlerin yerine getirilmeyişi ve yıllar öncesinden yapılmış anlaşmaların haksız şekilde geçersiz kılınması, teslimatların aşırı yavaşlatılması veya tamamen durdurulması bunların başında gelmiştir.
CAATSA yaptırımlarını açıkça gerekçe göstermese de dolaylı bir şekilde Türkiye’ye ambargo uygulayan şirketler ve ülkeler de bulunmaktadır. Türkiye’nin dışa bağımlı olduğu savunma sanayi ürünlerinde ambargolar nedeniyle problem yaşanmaması, jeopolitik riskler nedeniyle gerçekleşmesi gereken askerî harekâtların ilerlemesi, sahada yaşanabilecek problemlerin en aza indirebilmesi için savunma teknolojileri alanında durmadan çalışmaya devam etmek gerekmektedir. Türkiye’ye dayatılan ambargolar; elektronik harp, radar, insansız sistemler, aviyonik sistemler, mühimmatlar, füzeler gibi birçok yüksek teknoloji içeren sistemlerde millileşmenin zorunlu olmasını getirmiştir.
ASELSAN, yürüttüğü teknoloji geliştirme çalışmaları sonucunda nanometre boyutlarında detayları olan malzemelerin tasarım ve üretiminden her türlü kara, hava, deniz, uzay araçlarına cihaz, sistem tasarlayıp üreten, bu cihaz ve sistemleri her türlü platforma entegre edebilen bir teknoloji firması haline gelmiş, millileşme çalışmalarının öncüsü olmuştur. Millîleştirme çalışmaları kapsamında ASELSAN için Ar-Ge faaliyetleri yaşamsal öneme sahiptir. ASELSAN bugünkü cirosuna, yerli ve millî ürün portföyüne Ar-Ge faaliyetleri sonucunda ürettiği özgün ürünlerle ulaşmıştır. Ülkeler arasında teknolojinin sıkı kontrol altında tutulduğu, kimi zaman yasak, kimi zaman ise kısıtlarla izin verilen savunma sanayinde gelişmiş ülkelerin bir yüzyıl içinde yoğun çalışmalarla ulaştığı seviyeye birkaç on yıl içinde ASELSAN ulaşmıştır.
Özellikle Hava Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfının yardımı ile Haziran 1973’te TBMM’de TUSAŞ yasası çıkarılmış ve TUSAŞ 1976 yılında faaliyetlerine başlamıştır. Kurulan bu vakıflar dünyada benzeri görülmeyen bir nitelikte Türkiye’nin savunma sanayiine katkı sağlamış olup, 17 Haziran 1987 tarih ve 3388 sayılı kanunla birleştirilerek “Türk Silahlı Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı” adıyla yeniden teşkilatlandırılmış, Türk ulusal sanayisine çok önemli fabrika ve tesisler kazandırılmıştır. Bu tesislerden özellikle; ASELSAN (Askerî Elektronik Sanayii Ticaret A.Ş.), ROKETSAN (Roket Sanayii ve Ticaret A.Ş.), TUSAŞ (Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş.), HAVELSAN (Hava Elektronik Sanayii A.Ş.), günümüze kadar faaliyetlerini her geçen gün artan teknoloji ve daha modern bir anlayışla sürdürmekte ve savunma sanayiimizin önemli halkalarını oluşturmaktadır.
TÜRK SAVUNMA SANAYİİNİN LOKOMOTİFLERİ
Makine ve Kimya Endüstrisi Anonim Şirketi (MKE)
MKE, 15 Mart 1950 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin her türlü silah, mühimmat, roket, araç ve gereç ihtiyaçlarını karşılamakla görevli ve Millî Savunma Bakanlığına bağlı olarak savunma sanayi alanında faaliyet göstermek amacıyla kurulan kurumdur. Kamu iktisadi teşebbüsü olarak kurulan MKE, 3 Temmuz 2021 tarihi itibarıyla 7330 sayılı Makine ve Kimya Endüstrisi Anonim Şirketi Hakkında Kanun ile anonim şirkete dönüştürülmüştür.
Kurumun temelleri Fatih Sultan Mehmet tarafından kurdurulan Top Dökümhanesine dayanmaktadır. Kurum, dünyada 40’tan fazla ülkeye ihracat gerçekleştirme başarısı göstermiştir. 2020 yılında Kurumun kârı ₺925.788.800 tutarına ulaşmış ve böylelikle en çok kâr eden kamu sanayi kuruluşları arasında ilk 3’te yer almıştır. En son 2020 yılında MKE Kurumu, Türkiye’nin en büyük 100 sanayi kuruluşundan biri olup 90. sırada yer almış ayrıca Türkiye’deki savunma sanayi kuruluşları arasında 4. ve kamu sanayi kuruluşları arasında ise 7. sırada bulunmaktadır.
Askerî Elektronik Sanayi Anonim Şirketi (ASELSAN)
ASELSAN, Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı tarafından Türk Silahlı Kuvvetleri’nin askerî haberleşme ihtiyaçlarını karşılanması amacıyla 1975 yılında kurulan Ankara merkezli savunma sanayisi şirketidir.
Kuruluş yıllarından bu yana ileri teknolojiye dayalı olarak, programlı bir şekilde müşteri ve ürün yelpazesini genişletmiş olup, bugün modern elektronik cihaz ve sistemler geliştiren, üreten, tesis eden, pazarlayan ve satış sonrası hizmetlerini yürüten entegre bir elektronik sanayii kuruluşu hâline gelmiş ASELSAN, farklı yatırım ve üretim yapısı gerektiren proje konularına bağlı olarak Haberleşme ve Bilgi Teknolojileri Grup Başkanlığı (HBT), Savunma Sistem Teknolojileri Grup Başkanlığı (SST), Radar Elektronik Harp İstihbarat Grup Başkanlığı (REHİS), Mikroelektronik, Güdüm ve Elektro-Optik Grup Başkanlığı (MGEO) olmak üzere dört ayrı grup başkanlığını yapısında bulundurmaktadır. Ankara’da Macunköy, Akyurt, Gölbaşı ve Teknokent’te yerleşik dört ayrı tesiste üretim ve mühendislik faaliyetlerini sürdürmekte olan ASELSAN’ın Genel Müdürlüğü Ankara, Macunköy’de bulunmaktadır.
ASELSAN, profesyonel telsiz, PMR telsiz gibi sivil ürünlerini 2006’da kurduğu AselsanNET Ltd. Şti. aracılığı ile yürütmektedir. AselsanNET’in genel müdürlüğü Ankara’da olup, İstanbul, İzmir Bölge Müdürlükleri ve yurt çapına yayılmış olan bayileri ve yetkili servisleri ile satış ve satış sonrası hizmetlerini yürütmektedir.Çeşitli ülkelerde temsilcilikleri bulunan ASELSAN, ilk yurt dışı şirketi olan ASELSAN BAKÜ şirketini, 1998 yılında Azerbaycan’da kurarak faaliyete geçirmiştir. ASELSAN ayrıca TÜMAKÜDER’e üyedir.
Aselsan Ukrayna’da pazarlama ve iş geliştirme faaliyetlerini yürütmek adına Aselsan Ukraine LLC. unvanlı şirketin 1 Eylül 2020 itibarıyla tescil edildiğini duyurmuştur. Aselsan Bakü 11 Şubat 1998 tarihinde, Aselsan tarafından Azerbaycan’da kurulmuştur. Şu an Azerbaycan’da sivil ve askerî el telsizleri üretmektedir. Şirketin sermayesi tamamen Aselsan tarafından konulmuştur. Satış, bakım-onarım ve üretim alanlarında faaliyet gösterecek olan ve kuruluş sermayesi 500 bin ABD doları olarak belirlenen şirket, Aselsan’ın yurt dışında kurduğu ilk şirket olmuştur. 2018 yılında Aselsan tarafından üretilen lazer güdüm kiti, Azerbaycan’ın geliştirdiği mühimmata başarıyla entegre edilmiştir.
ASELSAN ürünleri arasında ONES Bilişim Teknolojileri A.Ş. firması ile birlikte geliştirilen BioAffix markası altında yüz tanıma, avuç içi, parmak izi gibi biyometrik teknolojiler ile yerel ve bulut tabanlı geçiş kontrol sistemleri bulunmaktadır. Bu teknolojiler sayesinde elektronik ortamda daha hızlı ve güvenli bir şekilde biyometrik kimlik doğrulaması yapılması hedeflenmektedir. İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü de (NVİ) bu teknolojilerden yararlanarak biyometrik veri doğrulamasını uygulamaktadır.
MİLGEM Savaş Sistemi Tedariki Projesi: MİLGEM projesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal bir savaş gemisi programıdır. Projenin amacı, yerli savunma sanayi katkı payının yüksek tutulduğu, esnek bir yüzer savaş platformu tasarlamak ve inşa etmektir. MİLGEM projesinde inşa edilen ilk Türk savaş gemisi TCG Heybeliada’dır. Gemi; keşif, karakol, arama kurtarma, denizaltı savunma harbi, denizde terörist etkinliklerin takibi ve önlenmesi, kıyı kontrol ve koruması görevlerinde kullanılabilir. MİLGEM projesi ile Türkiye ilk defa korvet tipi bir askeri geminin tasarımını milli olarak gerçekleştirmiş olup böylelikle dışa bağımlılık azaltılmıştır. Proje kapsamında özel sektör sanayicisi ile toplam 75 firma ile ana sözleşme yapılmış ve yaklaşık 9200 kalem malzeme tedarik edilmiştir. MİLGEM projesinde Aselsan ve Havelsan gibi Türk savunma şirketleri de dâhil olmak üzere 50’den fazla yerel tedarikçi komuta ve kontrol ve elektronik savaş yönetim sistemi için çalışmaktadır.
Teknofest İstanbul’un paydaşlarından biri olan ASELSAN, savunma sanayisi ürün tedariki ve araştırma geliştirme faaliyetleri başta olmak üzere birçok alanda varlık göstermektedir.
Türk Uçak Sanayii Anonim Ortaklığı (TUSAŞ)
Türk Uçak Sanayii Anonim Ortaklığı (TUSAŞ), 28 Haziran 1973 tarihinde Türkiye’nin savunma sanayiinde dışa bağımlılığını azaltmak amacıyla Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı bünyesinde kurulmuştur. TUSAŞ ve TUSAŞ Havacılık ve Uzay Sanayii AŞ (TAI) şirketleri 28 Nisan 2005 tarihinde TAI (Türk Havacılık ve Uzay Sanayii AŞ.) çatısı altında birleşmiş olup, TUSAŞ (TAI), tasarım üretim altyapısı ile insan kaynakları yönünden oldukça etkili bir güç oluşturacak ve “Havacılık Merkezi” olarak hizmet verecektir. TUSAŞ’ın hissedarları Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı (TSKGV) (%54.49), Savunma Sanayii Başkanlığı (SSM) (%45.45) ve Türk Hava Kurumu (THK) (%0.06)’dur.
TUSAŞ Havacılık ve Uzay Sanayii AŞ (TAI), 15 Mayıs 1984 tarihinde Türk Ticaret Kanunu ve Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu uyarınca kurulmuştur. TUSAŞ tesisleri 186.000 metrekaresi kapalı olmak üzere toplam 5.000.000 metrekarelik bir alan üzerine kurulmuştur. Şirketin Akıncı Hava Üssü’nde bulunan yüksek teknoloji ürünü makine ve teçhizatla donatılmış modern uçak üretim tesisi, parça imalatından uçak montajı, uçuş testleri ve teslimine kadar geniş üretim kabiliyetlerine sahiptir. TUSAŞ kalite sistemi dünyaca kabul görmüş NATO AQAP-110, ISO-9001:2000, AS EN 9100 ile AECMA-EASE standartlarını karşılamaktadır.
TUSAŞ’ın mevcut deneyimi F-16 Savaşan Şahinler, CN-235 hafif nakliye/deniz karakol/gözetleme uçakları, SF-260D eğitim uçakları, Cougar AS-532 arama kurtarma (SAR), silahlı arama kurtarma (CSAR) ve genel maksat helikopterlerinin ortak üretiminin yanı sıra, kendi tasarımı olan insansız hava aracı, hedef uçağı ve zirai ilaçlama uçağı gibi ürün geliştirme programlarını kapsamaktadır.
TUSAŞ’ın ana faaliyet alanları arasında Türkiye ve bölgedeki diğer ülkelerin envanterinde bulunan sabit ve döner kanatlı askerî ve ticari hava platformlarının modernizasyon, modifikasyon ve sistem entegrasyonu programları ile satış sonrası hizmetleri de bulunmaktadır. Hv.K.K. F-16’larının elektronik harp ve yapısal tadilatları, S-2 Tracker deniz karakol uçaklarının yangın söndürme uçağına dönüştürülmesi, CN-235 uçağı ve Black Hawk Helikopteri’nin Özel Kuvvetler için modifikasyonları, Cougar AS-532 helikopterinin modernizasyonu, S-70 helikopterinin dijital kokpit modifikasyonu, CN-235 platformlarının Dz.K.K. ve S.G.K.’nın Deniz Karakol/Gözetleme görevleri için yapısal ve aviyonik modifikasyonu ile B737-700 uçağının Havadan Erken İhbar ve Kontrol Uçağı’na (HİK) dönüştürülmesindeki tüm yapısal tadilatları ile sistem entegrasyon faaliyetleri bulunmaktadır.
TUSAŞ, 1984 yılında serüvenine çok az kişiyle başladı, askerî projelerden kazandığı deneyimleri ticari projelere aktararak, bugün 3000’in üstünde kalifiye çalışanı ve 50’ye yakın farklı projesi ile bir Dünya Şirketi olma hedefine ulaştı. TUSAŞ ayrıca, Millî Sanayi Kuruluşu olarak Airbus Military’ye ortak olup, Fransa, Almanya, İtalya, İngiltere, İspanya, Belçika ve Güney Afrika havacılık firmalarıyla birlikte A400M uçağının tasarım ve geliştirme faaliyetlerine katılmaktadır.
Dünyadaki son teknolojik gelişmeleri yakından izleyerek havacılık alanında öncü kuruluşlar arasında yer almaya kararlı olan TUSAŞ, Türkiye’de 21. yüzyılda yeni ufuklar açmayı hedeflemektedir. Türk Havacılık ve Uzay Sanayii AŞ (TAI) şirketi, 3 Kasım 2005 senesinde RUAG Aerospace (RA) ile imzalanan bir antlaşma gereğince, Airbus A380 uçağı için tam sipariş adeti kadar, D-Nose Panel Gerdirme Kabuklarını Türkiye´de kendi tesislerinde üretecektir.
TUSAŞ tarafından son yıllarda artık Türkiye için dış kaynaklardan bağımsız özgün tasarım hava araçları da yapılmaya başlanmıştır. Bunlardan ilki TUSAŞ ZİU adlı zirai ilaçlama uçağı tamamen TUSAŞ tarafından tasarlanmış ve uçmuştur. Bunu takiben yürürlükte pek çok özgün tasarım projesi mevcuttur. 2008 yılı itibarı ile Gözcü (antiterör amaçlı insansız gözlem uçağı), Keklik ve Turna-g (her ikisi de avcı pilotları için hedef uçak) insansız uçakları TUSAŞ tasarımı ve üretimi uçaklar olarak Türk Hava Kuvvetleri envanterinde yer almaktadır. Gözcü’nün yeni bir modeli hâlen tasarlanmaktadır. İnsansız hava araçları dışında HÜRKUŞ adlı bir eğitim uçağı (jet uçağı ile aynı kontrollere sahip ama jet motoru içermeyen düşük işletme maliyetli bir eğitim uçağı) tasarımı ve geliştirilmesi tamamlanmış seri üretimine başlanmıştır. Taktik amaçlı insansız hava aracı ANKA’nın geliştirilmesi devam etmektedir. T-38 ve C-130 Hercules uçaklarının yenilenmesi gerçekleştirilmektedir. Göktürk-1 keşif ve gözlem uydusunun TÜBİTAK UZAY ile birlikte entegrasyonunun gerçekleştirildiği Uzay Sistemleri Entegrasyon ve Test Merkezi (USET), TUSAŞ’a bağlı olarak işletilmektedir.
Türk Havacılığının en gelişmiş parçalarından biri olan TUSAŞ, aynı zamanda sektörün lokomotifi konumundadır. Türkiye’nin aviyonik entegrasyon merkezi konumundaki TUSAŞ, bu alandaki rekabet gücünü her geçen gün arttırmaktadır. Kurum aynı zamanda Teknofest İstanbul’un paydaşlarından biridir.
Hava Elektronik Sanayii Anonim Şirketi (HAVELSAN)
HAVELSAN, 1982 yılında Türk Silahlı Kuvvetlerinin yazılım mühendisliği alanındaki ihtiyaçlarının giderilmesi amacı ile kurulmuş olan bir şirkettir. 1985 yılından itibaren şirket yabancı ortaklarından ayrılarak %98’i Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı’na ait olan bir kuruluş haline gelmiştir. Şirket merkezi Ankara’da olmakla birlikte birçok farklı ilde ve yurt dışında ofisleri bulunmaktadır.
HAVELSAN, Savunma ve BT sektörlerinde global çözümler sunan bir bilişim ve sistem şirketidir. HAVELSAN, C4ISR, Anayurt Güvenliği, Simülasyon ve Eğitim Simülatörleri ve Bilgi Yönetim Sistemleri alanlarında kendini geliştirmiştir. Bu dallardan CN-235 CASA uçakları için pilot uçuş eğitim simülatörü üretmiş ve Türkiye tarihinde bir ilke imza atarak yurt dışına simülatör ihraç etmiştir.
HAVELSAN, genelde askeri yazılım ve siber güvenlik projelerinde yer almakla birlikte son yıllarda birçok e-devlet projesi ile ilgili sorumluluklar almış ve bu sorumluluklarını başarıyla yerine getirmiş ya da getirmeye devam etmektedir.
HAVELSAN, 2018’de Türkiye’nin en büyük kuruluşu arasında (İSO 500) 1.209.586.140 TL üretimden net satış miktarıyla geçen yıla göre 120 sıra birden yükselerek 153. sırada yer almıştır. Brüt katma değer sıralamasına göre de 530.902.933 TL ile 34. sırada yer almaktadır. Aynı zamanda Teknofest İstanbul’un paydaşlarından biridir.
Roket Sanayii ve Ticaret Anonim Şirketi (ROKETSAN)
ROKETSAN, Roket Sanayii ve Ticaret AŞ, ulusal roket ve füze araştırma ve üretim programlarına önderlik yapmak üzere Savunma Sanayii İcra Komitesi kararıyla 1988 yılında kurulmuş olan savunma sanayisi şirketidir. Kuruluşundan bugüne kadar geçen süre içerisinde ROKETSAN, üstlendiği misyon gereği tasarım ve teknoloji altyapısı geliştirme projeleri, ürün geliştirme ve üretim programları ile fırlatma platformu ve komuta üniteleri de dahil olmak üzere füze/roket sistemlerini ihtiyaçlar doğrultusunda milli olarak tasarlama, üretme, kullanıcı personeli eğitme ve silah sistemlerinin lojistik destek ihtiyacını karşılama konusunda Türkiye’deki en yetkin kurum haline gelmiştir.
Şirket Teknofest İstanbul’un paydaşlarından biridir.
Sonuç ve Değerlendirme
Osmanlı İmparatorluğunun yükselme döneminde vücut bulmaya başlayan Türk Savunma Sanayisi sonradan gerek teknoloji gerekse sanayileşme yarışında batılı ülkelerin gerisinde kalmıştır. İktisadi ve teknolojik olumsuzluklarla karşılaşılsa da, Cumhuriyet döneminde savunma sanayisinin başlangıcını oluşturabilecek niteliğe sahip birtakım yatırımlar yapılmıştır. Makine Kimya Endüstrisi (MKEK)’nin yanı sıra silah, mühimmat ve havacılık sektörlerinde atılımlarda bulunulduğu gözlemlenmiştir.
Türkiye’nin Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (North Atlantic Treaty Organization / NATO) üye olduğu dönemde (1952) ise, devletin öncülüğünde milli savunma sanayinin geliştirilmesi kapsamında yapılan çalışmaların sona erme noktasına geldiği görülmüştür. Ayrıca Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)’nin ihtiyaçlarının büyük ölçüde müttefik devletleraracılığıyla yapılan dış yardımlar ve kredili satışlar yoluyla karşılandığı görülmektedir.
Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında oluşmaya başlayan döviz darboğazları ve politik istikrarsızlıklar sebebiyle istenilen başarılar elde edilememiştir. Türkiye bu dönemde, silah ithalatında dünya çapında ilk yirmi ülke arasına girmiştir. Türkiye Kıbrıs harekâtının sonrasında, dünyadaki silahlanma yarışıyla savunma harcamalarını artırmaya başlamıştır. Bu sektörde ilk savunma sanayi politikası 1976 yılında yayımlanmıştır. 1980’li yıllarda başlatılan savunma sanayi atılımında 1970’li yıllarda koyulmuş olan silah ambargolarının da etkisi ile ağırlıklı olarak TSK’nın ihtiyaçlarının karşılanması belirleyici olmuştur.
Savunma Sanayiyi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı (SAGEB) 1985 yılında 3238 sayılı Kanun ile savunma sanayinin geliştirilmesi ve TSK’nın modernizasyonu amacıyla kurulmuş, Başkanlık 1989 yılında Savunma Sanayi Müsteşarlığı (SSM) olarak yeniden oluşturulmuştur. SSM’ye yerli olanlar dışında sermayenin yanı sıra teknoloji katkısı olanaklarını sağlamaya çalışmak, teşebbüslere yol göstermek ve bu amaca ulaşmak için devlet iştirakini düzenlemek, diğer mali ve ekonomik teşvikleri tespit etmek ve savunma sanayi ürünlerinin ihracatını yapmak gibi görevler verilmiştir.
“Türk Savunma Sanayi Politikası ve Stratejisi Esasları” (TSSPSE) Savunma sanayi alanında ikinci politika ve strateji dokümanı olmuştur. Sanayi sektörü ve kamu organlarıyla bağlantı sağlanarak düzenlenmiş olan bu döküman 20 Haziran 1998’de 98/11173 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlükte yer almıştır. TSSPSE’nin oluşturduğu sanayi modelinin temelinde teknolojiyi üretme ve bu teknolojinin ülke adına kullanılması vardır. Türk savunma sanayisi, 2001 ekonomik krizi sonrasında yurtiçi alımların önemli derecede azalmasını takiben yurtdışı pazarlara yönelmiş ancak bu konuda kamudan gereken desteği alamamıştır. Küresel finansal kriz 2008 yılının ikinci yarısından itibaren kendini göstermeye başlamış, dünya ülkelerinin ekonomilerini küçültmüş ve 2009 yılında da bu krizin etkileri devam etmiştir. Bu dönemlerde Türkiye’nin savunma sanayisi küçük ve orta ölçekli firmaların nakit ihtiyaç durumu ve kredi sağlanamaması ve benzeri sıkıntılarından etkilenmiştir. Fakat bu olumsuz durumlar olsa bile, savunma sektörünün bulunduğu konumu korumayı başardığı görülmektedir.
Dünyadaki ekonomilere geniş bir çerçeveyle bakıldığında savunma sanayinin konumu ve önemi dikkat çekicidir. Savunma sektörü Soğuk savaş yıllarında, yapılan Ar-Ge harcamalarının maliyetli olduğu, ürünlerin uzun ömürlü olduğu ve pazar alanının geniş olduğu; ancak teknik açıdan belirsizlik içinde olduğu bir sektör durumundaydı. Soğuk savaşın sona ermesiyle dünya çapında kendini gösteren terör olayları ile dünya siyasetinde oluşturulan bölünmeler ve uluslararası siyasette yaşanan çekişmeler nedeniyle savunma sanayinin gelişiminde ivme yaşanmıştır. Dünya savunma harcamalarına ABD’nin katkısı çok büyüktür. Özellikle 2000-2004 döneminde 11 Eylül saldırılarının ardından Afganistan ile Irak harekâtları sebebiyle artış yaşanmıştır. Ayrıca ABD’nin yanı sıra İngiltere, Fransa, Japonya, Brezilya, Hindistan ve Çin’in de savunma harcamaları artış göstermiştir.
Ülkeler kendilerini faal ve muhtemel saldırılara karşı korumak için savunma sanayi sektörüne temelleri çok önceden atmaya başlamışlardır. Türkiye de özel coğrafi konumu itibarıyla kendini korumak zorunda olduğundan dolayı bu sektöre ağırlık vermeye başlamıştır. Osmanlı’da başlayan ancak Cumhuriyetin ilk yıllarında sıfırdan altyapısı oluşturulan savunma sanayi gelişerek varlığını sürdürmektedir. Uzun bir süreç geçiren bu sektör zaman zaman destek görmemiş ancak gün geçtikçe önemli olduğu kavranmıştır. Savunma sanayi sektörü diğer sektörler gibi düşünülmemelidir. Teknoloji üretimi / geliştirilmesi ve bilimsel çalışmaların koordineli bir şekilde sağlandığı bu sektörde üretilen veya geliştirilen teknolojilerin milli hale getirilmesi önemlidir. Savunma sanayi aynı zamanda piyasayı teknoloji gelişimi ve kullanımı açısından etkilemektedir. Dolayısıyla savunma sanayi teknolojisinin geliştirilmesinde ülkeler birbirleriyle etkileşim içerisinde değillerdir.
Son zamanlarda Dünya’da yaşanan terör olayları ve uluslararası siyasette yaşanan sorunlarla beraber savunma sanayisi de hız kazanmıştır. Savunma sanayisi gelişmiş bir ülke aynı zamanda küresel siyasette de söz sahibi olacaktır. Savunma sanayi kapsamında dünyanın lideri Amerika olmakla beraber Türkiye de Amerika’dan yüksek miktarlarda silah ithalatı yapmaktadır. 2017 yılında ülkelerdeki savunma harcamaları incelendiğinde Türkiye ilk 15 ülke arasında 15. sırada yer almıştır. Ayrıca savunma sanayi alanında üretim yapan Aselsan, Türk Havacılık ve Uzay Sanayi ve Roketsan şirketleri de ilk 100 firma içerisinde yer almıştır.
Bunlara ilave olarak; 21. yüzyılın başlarından itibaren Türkiye’de savunma sanayii hızla gelişmeye devam etmektedir. Türkiye bu alandaki geleceğin teknolojilerini yakından takip etmekte ve çalışmalarını bu doğrultuda yapmaktadır. Bu çerçevede sürü drone’lardan kuantum radarlara, cep denizaltılarından lazer silahlara kadar pek çok teknoloji ve ürün yer almakta, elektronik, bilgi, iletişim ve malzeme teknolojilerindeki gelişmeler, son yıllarda askerî alanda önemli atılımları beraberinde getirmektedir. İnsansız Hava Araçları (İHA), günümüzde savunma sanayiinin öne çıkan envanterlerinin başında gelmektedir. İHA’lar uzaktan kumanda edilen uçaklar olabildiği gibi, önceden planlanmış uçuş rotaları ya da daha karmaşık dinamik otomasyon sistemleri temelinde otonom olarak uçabilen araçlar olarak da karşımıza çıkmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin ihtiyaçlarının yurt içinden karşılanması imkânlarının geliştirilmesi için savunma sanayiinin yerli ve millî olma özelliğini koruma zorunluluğu bulunmaktadır.
Bu kapsamda; teknolojinin özümsenip geliştirilmesi, kritik savunma proje listesi hazırlanarak sanayii ile birlikte ürün geliştirme kampanyası başlatılması, silahlı kuvvetler ile uzun vadeli sözleşmeler yapılması, savunma ürünlerinin ihracatının teşvik edilmesi, savunma ürünlerinin geliştirilmesi için destek verilmesi gerekmektedir. Türkiye’nin sahip olduğu coğrafi konum ve stratejik öneminden dolayı her dönemde askerî ve stratejik bakımdan güçlü olma zorunluluğu ve bu zorunluluktan dolayı güçlü bir orduya ve savunma teknolojilerine ihtiyacı vardır. Güçlü bir savunma için de çok üstün teknolojilere sahip savunma sanayiine geçilmesi gerekmektedir. Son dönemde Türkiye’de atılan adımlar bu gerekliliği karşılamaya yönelik çalışmaları kapsamakta, yerli ve millî savunma sanayii hamleleri hızla gerçekleşmektedir.
Ülkemizin bağımsızlığını sağlama ve güvenliğini koruma noktasında büyük bir rol üstlenen savunma sanayii şirketleri, Türkiye’yi dünyanın önde gelen ülkeleriyle aynı seviyeye ulaştırmak amacıyla çalışma alanlarını ve yatırımlarını her geçen yıl artırmaktadırlar.
Günümüz dünyasında savunma sanayii dünya ekonomisinin temel bir bileşeni ve güç dengelerinin ana kozlarından biri konumundadır. Savunma harcamaları ülkelerin silah teknolojilerindeki ilerleyişlerine rakip ülkelerin yanıt verme arayışlarından dolayı giderek artış göstermiştir. Bu yarış soğuk savaşın bitişinden bu yana bir takım yeni savunma doktrinleri doğuran teknolojik silahlanmanın habercisi olmuştur. Bu doktrinlerden birisi sıklıkla, geçtiğimiz yüzyılın en önemli askeri devrimi olarak değerlendirilen “platform-merkezli” harbe karşılık olarak “ağ-merkezli” harbin yükselişidir. Yeni bilgi tabanlı ekonomiler ve teknolojiler eski ağır sanayinin yerini almaya başladığından bu yana özellikle insansız sistemler, ülkelerin savaş alanında personele dayalı operasyonlardan kurtulması için önemli bir fırsat olarak görülmeye başlanmıştır. Bu kapsamda çalışmalar yürüten çeşitli müteşebbislerimiz bulunmaktadır. Bunların arasından; Türkiye’nin ilk milli S/İHA sistemlerinin ve ilk milli insansız savaş uçağımız Bayraktar KIZILELMA’nın mimarı olan Selçuk Bayraktar’ın önderliğinde faaliyet gösteren “Baykar Teknoloji Özdemir Bayraktar Milli Teknoloji Merkezi” öne çıkmaktadır.
Türk Kurtuluş Savaşı’nın emperyalist ülkelerin beklentilerini boşa çıkartarak zaferle sonuçlanması üzerine Türk milleti gerektiğinde neler yapmaya muktedir olduğunu tüm dünyaya göstermiştir. Atatürk gençlere 1924’te şöyle seslenmiştir. “Gençler! Cesaretimizi takviye ve devam ettiren sizsiniz. Siz, almakta olduğunuz eğitim ve kültür ile insanlık meziyetinin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli sembolü olacaksınız. Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk; onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz.”
Tarih kendinden ders almayanlar için acımasızdır. Geçmişin acı dersleri ve tecrübeleri ışığında savunma sanayiinin yerli ve millî olmasının ne kadar kıymetli olduğu görülmektedir.
100 Yılın Hikâyesinde Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze Türk Savunma Sanayii’ni birlikte gözden geçirmiş olduk. Zorlu ve bir o kadar da vazgeçilmez bir coğrafyada yaşayan bizler atalarımızdan devir aldığımız emaneti korumak ve varlığını devam ettirebilmek için her daim yaşadığımız yüzyıla ayak uydurabilecek güçte ve hazırlıkta olmamız gerekmektedir.
Bu yıl hep birlikte Cumhuriyetimizin 100ncü yıldönümünü kutluyoruz. Milletimize kutlu olsun.
Doç.Dr.Süleyman Özmen
03.12.2023
KAYNAKÇA
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, TTK Basımevi, Cilt I, 1997.
BIYIKLIOĞLU Nadir, Türk Havacılık Sanayii, Savunma Sanayii Müsteşarlığı Yayını, Ankara, 1991.
Cumhuriyet Dönemi Türk Deniz Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Yayını, Ankara, 2002.
DURUKAN Eyüp, Askeri Fabrikalar Tarihçesi, Askeri Fabrikalar Basımevi, Ankara 1940.
GÖRGÜN Haluk, Türk Savunma Sanayii, Ambargolar, Millîleştirme Çalışmaları ve ASELSAN, https://tuba.gov.tr/tr/yayinlar/suresiz-yayinlar/bilim-ve-dusunce/mill-teknoloji-hamlesi/turk-savunma-sanayii-ambargolar-millilestirme-calismalari-ve-aselsan
ÖZELÇİ Eceral, Türk Savunma ve Havacılık Sanayisinin Küresel, Ulusal ve Yerel Dinamikleri, http://dergipark.gov.tr/gav/issue/34361/379581
ÖZLÜ Hüsnü, İkinci Dünya Savaşı’ndan Günümüze Türkiye’de Savunma Sanayi’nin Gelişimi (1939-1990), (Dokuz Eylül Üniversitesi Doktora Tezi), İzmir, 2006.
ÖZLÜ Hüsnü, “Cumhuriyet Döneminde Savunma Sanayii Atılımları İçinde Askerî Fabrikalar”, Atatürk Haftası Armağanı, Sayı 39, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Daire Başkanlığı Yayını, Ankara, 2012.
ÖZLÜ Hüsnü, “Türkiye’de Savunma Sanayii Gelişim Tarihi İçinde Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu’nun Kuruluş Dönemi Faaliyetlerinin Analizi”, Savunma Bilimleri Dergisi, Cilt 18, Sayı 1, Mayıs 2019.
ŞİMŞEK Muammer, Üçüncü Dünya Ülkelerinde ve Türkiye’de Savunma Sanayii, Ankara, 1989.
Türk Savunma Sanayii Kuruluşları, Millî Savunma Bakanlığı Yayını, Ankara, 1998.
ZENGİN Ersoy, Osmanlı Devleti’nde Harp Sanayii (1861-1923) – Tophane-i Amire’de İmalat-ı Harbiye’ye, Kitabevi Yayınevi, 2020.