
Bu değerlendirme, 22 Nisan 2025 tarihinde National Security Archive (nsarchive.gwu.edu) tarafından gizliliği kaldırılan “U.S. Intelligence and the South Asian Nuclear Crisis Vault” [1]başlıklı arşiv kayıtlarından yararlanılarak yapılmıştır. Çalışma, 1980’ler ve 1990’larda ABD istihbaratının[2] Hindistan-Pakistan ilişkileri ve nükleer tırmanma riskine dair öngörülerini içermektedir. Bu tarihsel belgeler 2025 yılı koşullarında yeniden okunmuş ve güncel jeopolitik gelişmelerle bütünleştirilerek aşağıdaki başlıklar altında analiz edilmektedir.
1. Hindistan-Pakistan Nükleer Dengesi ve 2025 Durumu:
– Hindistan’ın yaklaşık 170, Pakistan’ın ise 160 civarında nükleer başlığa sahip olduğu tahmin edilmektedir. Hindistan, No First Use (ilk kullanmama) politikasını sürdürürken Pakistan, Full Spectrum Deterrence (Tam Spektrumlu Caydırıcılık) politikası ile taktik nükleer silahları da içeren geniş çaplı bir caydırıcılık konsepti geliştirmiştir.
– Hindistan, Agni serisi kıtalararası füzeleri ve denizaltıdan fırlatılan balistik füzelerle (SLBM) ikinci vuruş kapasitesini güçlendirmiştir. Pakistan ise Nasr kısa menzilli füzeleri ile taktik nükleer silahlar geliştirmiştir.
2. ABD’nin Güney Asya Politikası ve Çin ile Rekabet:
– ABD, Çin’e karşı stratejik bir denge unsuru olarak Hindistan’ı konumlandırmış ve savunma, teknoloji transferleri gibi alanlarda iş birliğini derinleştirmiştir. Quad ittifakı, Hint-Pasifik bölgesinde Çin’i dengelemeye yönelik kritik bir araçtır.
– ABD’nin Pakistan ile ilişkileri, 2025 itibarıyla oldukça zayıflamış durumdadır. Çin’in Pakistan üzerindeki artan etkisi, ABD-Pakistan ilişkilerinde büyük oranda gerilime yol açmıştır. ABD’nin bu bölgeye yönelik politikasındaki değişimler, önümüzdeki dönemde bölgesel güç dengelerinin yeniden şekillenmesine neden olabilir.
3. Çin’in Bölgesel Etkileri:
– Çin, Pakistan ile ekonomik (CPEC) ve askeri işbirliği sayesinde bölgedeki varlığını genişletmiştir. Çin’in Pakistan’a sağladığı askeri teknoloji ve altyapı yatırımları, Hindistan için ciddi bir güvenlik kaygısı yaratmaktadır.
– Hindistan, Çin’in artan askeri gücüne karşı savunma stratejisini yeniden şekillendirmiş, iki cepheli bir savaş senaryosuna hazırlanmak durumunda kalmıştır. Çin’in bölgedeki ekonomik yatırımları ve altyapı projeleri, uzun vadede bölgesel ekonomik bağımlılıklar yaratabilir ve bu durum, siyasi nüfuzunu da artırabilir.
4. Artan Stratejik Riskler:
– Yanlış hesaplamalar ve teknik kazalar (örneğin 2022’de Hindistan’ın yanlışlıkla ateşlediği BrahMos füzesi) ciddi çatışma riskini yükseltmektedir.
– Taktik nükleer silahların geliştirilmesi, nükleer savaş eşiğini düşürmekte ve bölgedeki kriz yönetimini zorlaştırmaktadır.
– Siber tehditler ve yapay zekâ destekli dezenformasyon, çatışma ortamında krizlerin kontrolünü güçleştirebilecek yeni risk faktörleridir. Özellikle sosyal medya üzerinden yayılan dezenformasyonun, halklar arasında düşmanlığı körükleyerek, krizlerin tırmanmasına yol açma riski yüksektir.
5. Geçmiş İstihbarat Raporlarının Bugüne Yönelik Dersleri:
– 1980’ler ve 90’larda ABD istihbaratının öngördüğü “yanlış hesaplamanın yol açacağı nükleer çatışma riski” günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Tarihsel kriz örnekleri (Kargil, Pulwama) bu öngörüleri doğrulamıştır.
– İstihbarat raporları, Hindistan ve Pakistan’ın karşılıklı şüphe ve güvensizliklerinin derinleştiğini, güven artırıcı önlemlerin (GAÖ) kritik önem taşıdığını göstermektedir.
6. Siyasi ve Politik Öngörüler (2025 Sonrası):
– Güney Asya’da nükleer caydırıcılık dengesi korunmakla birlikte, siyasi milliyetçiliğin yükselişi, bölgesel diplomasiye darbe vurmaktadır. Hindistan’da Hindu milliyetçiliğini temel alan politikalar ve Pakistan’da ordunun sivil siyasete yön vermesi, uzlaşmaya dayalı çözüm mekanizmalarının zayıflamasına neden olmaktadır.
– 2025 ve sonrası dönemde ABD’nin Çin’i çevreleme stratejisi çerçevesinde Hindistan’a daha fazla askeri ve ekonomik destek vermesi, Pakistan’ı Çin-Rusya eksenine daha da yaklaştıracaktır. Bu durum, bölgede yeni bir Soğuk Savaş düzeninin oluşmasına neden olabilir.
– Hindistan-Pakistan arasında doğrudan diyalog eksikliği sürdükçe, küçük krizlerin büyük çatışmalara dönüşme riski artacaktır. Bu bağlamda, yeni dönemde üçüncü taraf arabuluculuğunun (örneğin Körfez ülkeleri veya AB) artırılması önerilebilir.
– Çin-Hindistan ilişkilerinin çatışmalı seyri sürdükçe, üçlü rekabet (Çin-Hindistan-Pakistan) nükleer dengenin dış politika aracı olarak kullanımını artıracaktır. Bu da nükleer silahların salt caydırıcı değil, aynı zamanda jeopolitik baskı aracı olarak algılanmasına neden olacaktır.
– Uzun vadede bölgesel güvenlik mimarisinin inşası, yalnızca askeri dengeye değil; ekonomik entegrasyon, enerji iş birliği ve kültürel diplomasi gibi yumuşak güç unsurlarına da bağlı olacaktır. Bölgesel iş birliği mekanizmalarının güçlendirilmesi, uzun vadeli barış ve istikrar için kritik öneme sahiptir.
Sonuç olarak, 2025 yılı perspektifinden bakıldığında, Güney Asya’daki nükleer gerilim, çok aktörlü ve karmaşık bir bölgesel güvenlik dinamiğine dönüşmüş olup, uluslararası toplumun aktif müdahalesini ve kalıcı diplomatik çözümleri gerektirmektedir.
Mert ÜNSAL, MA
U.İ. Analist
[1] U.S. Intelligence and the South Asian Nuclear Crisis Vault Erişim:24.04.2025
[2] https://nsarchive.gwu.edu/document/32963-document-1-memorandum-deputy-director-john-n-mcmahon-richard-t-kennedy-under erişim:24.04.2025