E. Büyükelçi Fatih CEYLAN
2021 Haziran ayının ilk yarısı dünya düzenine yeniden şekil verildiği zirveler serisinin ‘başdöndüren bir hercümerç’ olarak betimlenmesine çok uygun düştü.
Yeni yılın başında ‘Amerika geri döndü’ diyen ABD Başkanı Biden Haziran ayıyla birlikte rotayı Avrupa’ya döndürdü. Kendisine bu Avrupa turunda sıcak bir karşılama yapıldı.
Önce 11-13 Haziran’da Cornwall/Galler’de düzenlenen dünyanın en gelişmiş yedi ülkesinin liderlerinin katılımıyla G7 Zirvesi yapıldı. Bu Zirvede toplam altı bildiri/deklarasyon/açıklama yayımlandı.
G7 Zirvesinin hemen öncesinde ABD ile İngiltere seksen yıl aradan sonra 10 Ağustos’ta yeni bir ‘Atlantik Şartı’nı imzaladılar. Sekiz maddeden oluşan bu Şart, çok çarpıcı yönler içermesi itibariyle Zirveler sürecinin bir nevi ‘başlangıç vuruşu’nu oluşturdu.
G7 Zirvesinin hemen akabinde 14 Haziran’da Brüksel’de NATO Zirvesi düzenlendi. ABD Başkanı Biden’ın transatlantik toplulukla ilk kez biraraya gelmesi yankı uyandırdı.
NATO Zirvesinde, Trump döneminin travması ertesinde ABD’nin transatlantik dünyaya da geri döndüğüne tanık olundu.
NATO Zirvesi sonunda yayımlanan bir hayli uzun bildiri, 2014’ten bu yana büyük değişimlere sahne olan güvenlik ortamının önümüzdeki on yıl boyunca izleyeceği seyirde İttifak üyesi ülkelerin sergileyecekleri tutumlara da ışık tutan kapsamlı bir çerçeve oluşturdu.
NATO Zirvesini takiben yine Brüksel’de gerçekleşen ABD-AB Zirvesi sonunda ‘Yeni bir Transatlantik Ortaklığa Doğru’ başlıklı uzunca sayılacak bir açıklama yapıldı.
AB’yi ‘düşman’ olarak niteleyen Trump’tan sonra AB’ye yeniden dostluk eli uzatan Biden’ın ABD’nin Avrupalı müttefik ülkelere bakış açısını teyid eden ABD-AB Zirvesi de tarihteki yerini aldı.
Biden’ın son Avrupa durağı 16 Haziran’da Cenevre oldu. Burada, ABD ile Rusya arasında süregiden stratejik rekabet ortamında Biden ile Putin biraraya geldiler. Bu ikilinin görüşmesi ertesinde üç paragraftan oluşan ‘Stratejik İstikrar’ başlıklı ortak bir açıklama yapıldı.
Zirve anaforu bu etkinliklerle son bulmadı. Daha önümüzde 23 Haziran’da Berlin’in evsahipliği yapacağı Libya Zirvesi var. Bunu takiben ise 24-25 Haziran tarihlerinde AB Liderler Zirvesi düzenlenecek.
Yeni Atlantik Şartının yayımlandığı 10 Haziran tarihinden bu yana olan Zirveler silsilesine baktığımızda transatlantik topluluğun önümüzdeki on yıl ve hatta devamında oynamak istediği rolü irdelemek gerekir.
İlk gözlem olarak temelleri önceden atılan üç kutuplu dünyada çoktaraflılığa dair daha net bir tabloyu görmek mümkün. Bu tablo yapılan Zirvelerde teyid edilmiş bulunuyor.
Karşımızda artık ABD-Rusya-Çin üçlüsü arasında sistemsel rekabete dayalı bir mücadelenin kök salmakta olduğunu daha iyi anlıyoruz. Jeopolitik/jeostratejik bu rekabetin NATO ve AB üyesi ülkeler bakımından, dolayısıyla Türkiye açısından da dikkatle izlenmesi ve değerlendirilmesi gereken yönler içerdiği şüphesiz.
Stratejik rekabete ve meydan okumalara paralel olarak son dönemde dünyada otoriterleşme eğilimlerinin arttığına, ABD ile Avrupa dahil popülizm dalgalarının yükseldiğine tanık olduk.
Çoğulcu demokrasileri temsil eden ülkeler kendi içlerinde ve dış ilişkilerinde stres testine tabi kılındılar. ABD ve Avrupa’da yükselen özellikle aşırı sağ akımlar demokrasiye, temel insan hak ve özgürlüklerine ve hukuk devletine karşı adeta meydan okuyan davranışlar sergilediler. Türkiye de son dönemde bu süreçten payını fazlasıyla aldı.
Demokrasileri ve ekonomileri dayanıklı olan, kuvvetler ayrılığına ve güçlü kurumlara sahip, bireysel özgürlükleri ön planda tutan, hukuk devleti normlarına saygıda kusur etmeyen ülkelerin diğerlerine kıyasla hem pandemiyi hem küresel stratejik rekabeti daha iyi yönettikleri görüldü. Bu sınıfa giren ülkeler acı dolu yakın geçmişi geride bırakıp, bir rehabilitasyon dönemine yöneldiler. Pandemi, iklim değişikliği ve diğer stratejik sınamalara karşı muafiyet kazanmaya başladılar. Çoğulcu demokrasiye daha fazla sahip çıktılar, devlet aklını öne alarak bilimsel çözümlere yöneldiler ve kendi halklarının geleceğe daha güvenle bakmalarını sağlayacak zemini kuvvetlendirecek atılımlar içine girdiler. Uluslararası ilişkilerinde öncelikle diplomasinin nimetlerinden yararlanmayı yeğlediler.
Türkiye ise birçok demokratik ülkenin çeşitli alanlardaki sınamalar karşısında ortaya koyduğu performansın epey gerisinde kaldı.
Demokrasimizdeki aşınma daha görünür hale geldi, Cumhuriyetimizin kurucu değerlerinden daha çok uzaklaşıldı, küresel salgın öncesinde başgösteren ekonomik daralma daha da arttı, temel hak ve özgürlüklerin pervasızca geri plana itildiği görüldü, diplomatik ayağı sakat bırakılmış askeri güç gösterileriyle arzulanan yerlere varılamayacağı çok geç anlaşıldı.
Aya sivil yolculuk için biletlerin satışa çıkarıldığı, Mars’a ‘Perseverance’ (Azim) isimli uzay aracının inip, uzay madenciliğinin önünü açtığı bir dönemde Türkiye, “128 milyar dolar nerede?” sorusuyla meşguldü. Buna bir de her gün iç ve dış basının gündemine giren yolsuzluk ve toplumsal yozlaşma eklendi. Sonuçta bize Nuri Bilge Ceylan’ın deyimiyle ‘yalnız ve güzel’ bir ülke ve dağ gibi birikmiş sorunlar kaldı.
Tekrar Zirvelerin sonuçlarına dönecek olursak bunları şöylece toparlamak mümkündür:
-
Batı dünyası penceresinden bakıldığında Zirveler, ABD’nin uluslararası alandaki öncü rolünü teyid etmiştir. Avrupa’yla ilişkilerinde sıcak bir dönem başlamasına vesile olmuştur. Bundan böyle ABD-Avrupa ilişkilerinin ortak değerler temelinde daha da ilerleyeceği öngörülmelidir.
-
Yine Batı bağlamında transatlantik bağı güçlendirecek bir dönem başlamıştır. Bunun somut izdüşümü NATO Zirvesinde alınan kararlarda açıkça görülmektedir.
-
2014’den bu yana küresel ölçekte ABD-Rusya arasında patlak veren gerilim düşmemiş, aksine artmıştır. Bu durum NATO çerçevesinde de kendini göstermiştir. Yükselen Çin, üçüncü bir temel aktör olarak kendisini sistemsel rekabetin içinde bulmuştur.
-
Zirveler, demokrasiye, temel hak ve özgürlükler ile hukuk devleti normlarına meydan okuyan ülkeler karşısında bundan böyle artık bir ‘demokrasiler ittifakı’ oluşturmanın temellerini atmıştır. Buna uyum sağlayamayan, demokrasi olduklarını iddia eden ülkeleri önümüzdeki dönemde daha da yalnız ve kenara itilmiş bir halde görmek şaşırtıcı olmayacaktır.
-
Yeni dönem hem küresel ve bölgesel açıdan, hem gündemde yeni yer bulan olağandışı sınamalar bağlamında bir dizi istikrarsızlığa meydan vermeye adaydır. Bu dönemde stratejik çıpası sağlam olmayan veya zayıflamış ülkelerin yarışta daha da geriye düştüklerini görmek yadırganmamalıdır.
-
Demokrasilerin ve demokrasi temelinde işleyen kurumların dayanıklılığı halen evrilmekte olan süreçte ön plana çıkacaktır. Devletin ve toplumların ortak aklını optimum kullanan, kurumlara ve geleneklerine hassasiyet gösteren, demokrasilerin ortak değer ve ideallerini amasız-fakatsız kuvvetlendiren, bunları esas alan yönetimlerin ve toplumların başarı şansı hiç kuşkusuz daha yüksek olacaktır.
-
Dünyayı şekillendirmekte olan sıradışı sınamalara karşı koymakta yönünü şaşıran ve güvenlik-savunma alanları dahil yeni ve çığır açan teknolojilere dair rekabette geri plana düşen ülkeler, coğrafi konumları kendilerine emsalsiz bir değer katsa da, mevcut stratejik çekişme ortamında hem yönetim hem toplum olarak bir o yana bir bu yana savrulmaktan kaçınamayacaklardır. Bunun ağır ceremesini ise ilgili ülke halkı çekmek zorunda kalacaktır.
-
Karşımızdaki yeni tehditler pandemi, iklim değişikliği, siber, hibrit ve uzay gibi geniş bir yelpaze içinde yer almaktadır. Bunlarla mücadeleyi ne kadar gelişmiş olursa olsun hiçbir ülkenin tek başına ve sadece kendi imkanlarıyla yürütmesi mümkün değildir. Dolayısıyla, mensup olunan ittifakların ve oluşumların önemi, temel taşları iyice belirginleşen yeni dünya düzeninde büyük ölçüde artmıştır.
-
Zirvelerin sonuçları ışığında en gelişmiş demokrasilere ve ekonomilere sahip ülkeler dahi fikirdaş ülke veya örgütler aracılığıyla dayanışma ve birlikteliği öne çıkarmaya yönelmişlerdir. Otonom tutum ve eylemlerin alanı iyice daralmış; kendilerine kişisel güç ve geniş bir manevra alanı vehmeden yönetim anlayışlarının sonuna gelinmiştir. Otonomi oyununun perdesi iyice kapanmaya yüz tutmuştur. Bu durum, olgun ve çoğulcu demokrasilerin tercihini değil, seçimini oluşturmuştur.
Yeni yılla birlikte Türkiye’nin yönetim kadrolarının, Cumhuriyetin dış politikada temel yönelimine bir nebze kapıyı araladıkları, hem bölgede hem mensup olunan topluluklar nezdinde kendilerine olumlu bir yer ve rol aradıkları söylenebilir.
Ayak izleri esasen son birkaç yıldır iyice belirginleşen jeopolitik/jeostratejik çekişme ortamında öncelikle bölgeden başlatılacak normalleşme hamlelerinin devam ettirilmesi ve bunların mensup olunan veya olunması amaçlanan çoktaraflı forumlarda sürdürülecek diplomatik atılımlarla pekiştirilmesi en etkili yol olacaktır. İçeriği ve hedefleri itibariyle uzun dönemdeki ulusal çıkarlara dayalı olup olmadığı muğlak kalan, otonomi kılıfı altında ters bir yön tutturulmasında ısrar edilmesinin, dış politikada olsun, güvenlik ve savunma politikalarında olsun telafisi güç yeni sınamaları Türkiye’nin gündemine taşıması sürpriz oluşturmayacaktır.
21/Haziran/2021