Balkanlarda jeopolitik savaş yaşanıyor. Türkiye ve Rusya’yı bölgeden atmak isteyen İngiltere, Fransa ve ABD bölgede ciddi olarak artan Almanya etkisine ne kadar sessiz kalır? 90’lar savaşı bu dörtlü arasındaki savaşın Balkanlara yansıması değil mi?
Türkiye, Rusya ve Çin, Balkanlar’da ABD ve AB’nin alternatifi midir? Türkiye, Rusya ve Çin, Balkan ülkelerinin NATO ve AB üyeliğini engeller mi? Kurgusu hatalı bu sorular, Balkanlardaki jeopolitik savaşın bir ürünü olarak ortaya çıkıyor. Köşe kapma savaşı, artık çok net gözlemleniyor; yabancı ülkelerin istihbarat elemanları parmakla gösteriliyor; iktidarların seçim sandığında belirlendiği şüphe götürüyor, muhaliflere yabancı istihbarat desteği gelirken iktidardakilere de başka istihbarat servislerinden bunların delilleri sunuluyor… Peki, bu ne kadar sürecek? Balkan ülkelerinin tamamı AB ve NATO üyesi olursa mesele kapanacak mı? Zira çözüm için Batı Balkan ülkelerinin hızlıca AB’ye alınması öneriliyor. Bir de “bu jeopolitik kavga kimler arasında” sorusu var. Yazılıp çizilenlere bakılırsa AB ve ABD, Balkanlarda etkinliğini arttıran Türkiye, Rus ve Çin’i bölgeden uzak tutmaya çalışıyor. Ama AB bütünlükçü bir dış politika sürdürme noktasına geldi mi? Almanya ve ekibinin Balkan formülleri, Fransa’nınkilerle örtüşüyor mu? Almanya’nın Rusya politikası ABD ile örtüşüyor mu? Halbuki 90’larda Yugoslavya’nın dağılmasıyla başlayan savaşlar aslında ismi geçen her bir devletin ve elbette İngiltere’nin arasındaki politik savaşın meydanlara dökülmüş haliydi. ABD ve AB’nin Rusya’yı Balkanlardan uzaklaştırmak için işbirliği yaptığı genel kabul gören görüş ancak ABD ve Almanya çıkarlarının ne kadar örtüştüğü tartışma götürür. Almanya’nın ABD güdümünde olmak istemediği, buna da güç yetirebilecek durumda olduğu gizli değil. Öte yandan asıl Rusya ve Almanya’nın özellikle enerji güvenliği konusunda ABD’yi Balkanlardan uzaklaştırmak istediğini savunan bir görüş de var. İşin aslı İkinci Dünya Savaşı bitmişse de Birinci Dünya Savaşı henüz bitmedi. Balkan insanı ise bu saydıklarımızın umurunda değil, meseleyi sadece hakimiyet, güvenlik, enerji akışı çerçevesinde görüyorlar. Türkiye ise farklı…
Balkanlarda istikrarsızlığın sorumluları
Özellikle Rusya ve kısmen Türkiye’nin Balkanları istikrarsızlaştırıp yeni bir Balkanizasyona sebep olabileceği iddia ediliyor. Ancak söyleyen 2000’lerdeki Renkli Devrimler’in mimarı, spekülasyonlarıyla ekonomik krizlerin kaderini belirleyen ve Arnavutluk, Yunanistan, Makedonya başta olmak üzere Balkanlarda da Açık Toplum Vakfı olarak yaygın bir ağ kuran George Soros olunca durum değişiyor. George Soros ile oğlu Alexander Soros, New York Times gazetesinde yayımladıkları “In the Balkans, a Chance to Stabilize Europe”[1] başlıklı makalede, Yunanistan-Makedonya İsim Anlaşması’na değinerek Balkanlar’daki Türkiye-Rusya-Çin etkisinin kırılması için ABD ve AB’yi göreve çağırdı. Gerçi AB, Almanya önderliğinde Batı Balkan ülkelerinin AB perspektiflerinin canlandırılması için zaten bir program başlatmıştı. Makalenin 2016 yerine 2018’in son çeyreğinde yazılması da ABD’nin bu kavganın tamamen dışında kalması önerilerine karşı yazıldığını düşündürüyor. Trans-Atlantik ittifakında birliğin 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki en düşük seviyeye gerilediği ve AB üyesi ülkelerdeki ulusal seçimlerde Birliğe meydan okunmasına çektiği dikkat ise AB bütünleşmesi ve elbette AB-ABD ilişkileri ile ilgili. Makalenin Balkan ülkelerinin tamamını serbest ticaret bölgesi olarak AB’ye alınması önerisi ise “ikinci sınıf üyeler ve vatandaşlar” yaratma ihtimali nedeniyle tartışmaya açık ama genel anlamda yıllardır beklemede tutulan Balkan devletleri için harekete geçme çağrısında bulunması bakımından olumlu görünüyor. Ne var ki bunun Türkiye, Rusya ve Çin’e karşı açılmış yeni bir savaş gibi kaleme alınması dikkat çekici. Gerçi benzer açıklamaları aynı üslupla Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da birkaç defa yaptı. Rusya kısmı ayrıca ele alınmalı, Çin ise bölgenin kalkınmasına katkıda bulunacak yatırımlarda bulunuyor. Ancak Türkiye farklı. Balkanlardaki şekillendirmede/istikrarı sağlamak adına alınan önlemlerde, ABD’nin ulaşamadığı noktalarda daha düne dek Türkiye devreye giriyordu. Ne zaman “öteki” oldu? Rıza Sarraf Davası ve FETÖ terör örgütünün bağlantılarıyla birlikte afişe olması bu denli belirleyici mi? “Soros mu ABD ağzından, ABD mi Soros’un ağzından konuşuyor” ve “hangi ABD” gibi başka sorular da gelebilir ancak Balkanlara dönmek daha doğru olur.
“İstikrarsızlık yaratma” ve “Balkanlaştırma” ifadelerini, “ulusal egemenliğe saygısızlık eden” bir demokrasi yöntemini uygulayan[2] Sorosların kullanması da makalenin ve bu bakış açısının en temel sorunu. Öncelikle “etnik temelli bölünme” konusunda endişelenenlerin tamamı bunda biraz gecikti. Zira bu 1990’lı yıllarda Amerika ve Avrupa’nın bilinçli politikasıydı. Avrupa ya da ABD’de benzeri olmayan bir yapıyı Balkanlara zorla giydirdiler ve azınlıkları devlet yönetimini kilitleyebilecek bir pozisyona yerleştirdiler. Azınlıklarda da seçici davrandılar ve örneğin Türklerin yaşadıkları ülkelerdeki çok önemli haklarını ortadan kaldırdılar. Bugünün istikrarsızlığında bu yeni devlet modelinin çok büyük etkisi bulunuyor. Kaldı ki “istikrarsızlık” konuşulacak olduğunda, 90’lı yıllardaki savaşlardaki tutumları, Yugoslavya’nın dağılma koşullarını belirleyen Badinter Komisyonu’nun kararları, Hırvatistan ve Slovenya’nın bağımsızlık kararı hemen tanınırken Bosna Hersek’ten referandum istenmesi ve özellikle 95’Dayton Barış Anlaşması ve 2001 Ohri Anlaşması’nın formülasyonu, 2008 Kosova Bağımsızlık İlanı ve sonrasında Makedonya, Kosova, Bosna için yapıcı belirsizlik formülüyle çok kültürlü, çok dinli, çok etnikli devletler yaratmaya girişip devlet içinde devletçikler yaratma süreci de AB ve ABD’yi işaret ediyor. İşin gerçeği Balkanlarda yaşanan soykırımların üzerinden 20 yıl geçti ama istikrar sağlanamadığı gibi barış da hala çok uzak. Bu AB’nin olduğu kadar ABD’nin de başarısızlığı. Peki, ne oldu da jeopolitik kavga bugün bu kadar su üstüne çıktı?
Makedonya isim anlaşmasının etkileri
2018 yılının Balkanların beklemede sorunlarının çözüm yılı olacağını ve Makedonya’nın özellikle ön planda olacağını söylemiştik. Makedonya’nın Bulgaristan’la imzaladığı anlaşma ve ardından Arnavutlarla geliştirdiği ilişkiler bazı çevrelerde tepki doğurmuştu ama imkansızın başarılıp Yunanistan’la İsim Anlaşması imzalanması çok daha geniş çevrede ses getirdi. Yunanistan 6 Temmuz’da iki Rus diplomatı sınır dışı etti,[3] ayrıca iki kişinin de ülkeye girişini yasakladı. Rusya bunu kınadı, Moskova’daki iki Yunan diplomatın sınır dışı edilerek karşılık verileceğini açıkladı ancak şimdilik sadece Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Yunanistan ziyareti 17 Temmuz’da iptal edildi. İki ülke ilişkilerini ilk defa bu denli gerginleştiren mesele İsim Anlaşması idi. Yunanistan’ın iki diplomatın Yunanistan-Makedonya isim anlaşmanın muhaliflerine rüşvet teklif ettiklerinin ve isim anlaşmasına karşı çıkan mitingleri teşvik ettiklerinin kanıtlandığı iddia ediliyor. Asıl mesele ise isim sorunu çözülünce Makedonya’nın NATO’ya katılacak olmasıyla ilgili. Yunan hükümeti, Rus yetkilileri ulusal güvenliği zayıflatmak, hassas bilgileri elde etmek ve dağıtmakla suçluyor. Yunan hükümet kaynaklarına göre dört diplomatın bahse konu eylemleri için bir süredir uyarı verilmekteydi. Rusya Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamada ise “Yunan hükumetinin Rus karşıtı kararlar almasının arkasındaki sebep, Washington’dur” denildi.
Yunan gazetesi Kathimerini, Orta Doğu’daki Hıristiyanların Rus bağlarını destekleyen bir örgüt olan Ortodoks Filistin İmparatorluğu Derneği’nin Rus nüfuzunu arttırmaya çalışan gruplardan olduğunu, Athos Dağı’ndaki Rum Ortodoks manastır topluluğunun bu gruplara dahil olduğunu yazdı. Derneğin üst düzey temsilcileri, Yunan Ortodoks din adamlarına rüşvet verildiğini yalanladı. Ancak gerginliğin isim anlaşması protestoları için Yunan kilisesinin devreye sokulması çalışmasıyla ilgili olduğu anlaşılıyor. Balkanlarda Rusya Rahatsızlığı Brüksel’deki NATO zirvesinde konuşan Makedonya Başbakanı Zoran Zaev konuyla ilgili Rusya’nın Makedonya’da da bazı protestoların arkasında olduğunu bildiğini ancak ülkesinin çatışmaya girmeyeceğini söyledi ancak “NATO üyeliğine alternatif yok” ifadesini de ekledi. Aslında Zoran Zaev’in iktidara gelişiyle birlikte Makedonya devlet mekanizmasının ciddi bir dönüşüme uğradığı açıkça ortada. Ülkenin rotası değişti diyemeyiz çünkü NATO ve AB üyeliği önceki hükümetlerin de hedefiydi ancak Zaev’in bunu çok daha ciddi bir şekilde uygulamaya geçirdiği, tüm girişimlerinde iyi bir yönlendirme ve destek aldığı da kesin. Zira attığı her adım karşılık buluyor.
Rusya’nın Balkanlarda nüfuzunu arttırmakta olduğu Avrupa ülkelerinde sıklıkla yapılan bir yorum. Bu çerçevede Rusya, 2016’da Karadağ’da başarısız bir darbeye destek vermekle suçlandı. 16 Ekim 2016 seçimlerinden hemen önce Başbakan Milo Cukanoviç’e suikast düzenlemeye çalışan Sırp milis güçleri ve Rus milliyetçileri olduğu iddia edilen 20 kişi gözaltına alınmıştı. Gözaltına alınanlardan biri – Sinceliç- itirafçı olmuş ve Rusya’dan destek aldıklarını, 26 Eylül’de Moskova’da direktifler aldıklarını, kendilerine 50 otomatik silah ve aralarında görüşme yapabilmek için dinlenemeyen şifreli telefonlar temin edildiğini anlatmıştı. Sırp itirafçının verdiği bilgiler üzerine 29 Ekim 2016’da Eduard Şirikov ve Vladimir Popov adlı iki Rus vatandaşı gözaltına alınmıştı. Soruşturmayı yürüten Karadağlı Özel Yetkili Savcı Milivoje Katniç, Karadağ’ın NATO’ya katılmasını engellemek için, bir Sırp milliyetçisi liderin, Rusya’nın – Şirokov takma adını kullanan- eski Polonya askeri ateşesi Edvard Sismakov tarafından Moskova’ya davet edildiğini açıklamıştı. Sismakov 2014 yılında casusluk suçlamasıyla Karadağ tarafından sınır dışı edilmişti. Savcı, Rusya’nın Sismakov’a Eduard Shirokov ismiyle başka bir pasaport vererek onu Sırbistan’a gönderdiğini ve Sismakov’un oradan her şeyi organize ettiğini de açıklamıştı. Savcı 25 kişi için iddianame hazırlarken iki muhalefet milletvekilinin de dokunulmazlığı kaldırılmıştı. Karadağ’ın NATO’ya katılması için tüm prosedürler tamamlanmışken muhalefetteki Demokratik Cephe İttifakı, bu konuda referandum yapılmasını istemişti. (Referandum isteyen Karadağlı vekillerin “darbe girişimi” davasında soruşturmaya dahil edilmesi hususu, Yunanistan’da da İsim Anlaşması’nın kabulü için Yunan Anayasasında böyle bir prosedür gerekmediği halde bazı isimlerin referandum konusunu gündeme getirmesi bakımından dikkat çeken bir ayrıntı.)
Rusya, Karadağ’ın NATO’ya katılmasını engellemek için bu ülkede darbe planladığı ve Başbakan Milo Cukanoviç’i öldürtmeye çalıştığı iddialarını reddetti. Ancak Rusya’nın Karadağ’da Kotor[4] şehrinde 11 Eylül 2016’da “Balkan Kozak Ordusu” adı altında paramiliter bir yapılanma kurduğu da iddialar arasında.[5] Karışıklık olmasın: Ordu gerçek, orduyu Rusya’nın kurduğu iddia. Sırp Ortodoks Papaz Momchilo Krivokapic’in yönettiği “Balkan Kozak Ordusu” kuruluş seremonisine Sırbistan, Bosna Sırpları, Karadağ, Makedonya, Yunanistan ve Bulgaristan’dan her biri 50 Kozak “savaşçı”sını temsil eden 26 Kozak[6] örgüt katıldı. Bu ordunun amacı Ortodoks dünyayı birleştirmek olarak lanse edildi. Rusya’yla bağı da inkar edilemez. Sırbistan’da bulunan ana Kazak örgütü olan Aziz Sava Kazak Stanitsa, 2011 yılında komutanı doğrudan Putin tarafından atanan Rusya’daki Merkez Kazak Ordusu tarafından kuruldu. Örgütün Sırp üyesinin Batılı değerlerin Sırplara “uzak ve yabancı” olduğu ve “Putin’in Rusya’sının Balkan halklarını çevreleyen karanlıkta bir işaret gibi olduğu” söylemi, örgütün misyonunu açıklar nitelikte. Sırbistan’daki Kozak Ordusu’nun amacı, “tarihi, yıkıcı anti-Sırp projesine karşı koymak” olarak açıklanıyor. Bu arada kendilerine ”Kurtlar” adını veren gönüllü bir grup Sırp Çetnik’in, Kırım’da Ruslar ile aynı safta yer aldığı iddialarını da hatırlamak gerekir.
Nüfuz alanını genişletenler
Rusya ile ilgili basına da yansıyan en ciddi iddialar bunlar. Bunların haricinde doğrudan ya da bölgedeki Sırplar üzerinden algı yaratma, politik gündemi yönlendirme gibi girişimleri de dile gelir. Ancak bu, Soros vakıfları için de geçerlidir. Kaldı ki ABD’nin Arnavutluk, Makedonya ve Kosova’yı doğrudan buralardaki Büyükelçilikleri üzerinden yönettiği, basına yansıyan direktifler verdiği de gizli değil. Aynı durum Almanya için de geçerli ancak daha usturuplu yöntemler kullandığı da kesin. Saydıklarımızın her biri Balkan ülkelerinin kalkınması için para da aktarıyor. Ancak AB ve ABD’nin bölgenin istihdam sorunlarına katkı sağlayacak yatırım yaptığı söylenemez. Çin yatırımlarının farkı ise siyasi direktiflerle ülkelerin iç işlerine karışmaması, yatırım karşılığında siyasi ve ekonomik taleplerde bulunmaması. Türkiye’nin yatırımları ise bölge, din, etnik kimlik, siyasi duruş gözetmeden tüm bölgeye yayılmış durumda. Hatta bu tavır, Sırplardan ve bazen Arnavutlardan daha fazla ilgiyi hak ettiklerini düşünen Türkler ve Boşnaklar için şikayet sebebi dahi olabiliyor. Türkiye, seçim sandıklarına karışmıyor, muhalefetteki partilere istihbarat servisi yapmıyor, halkı protestolara yönlendirmiyor… Zaten bu nedenle de Türkiye Balkanlarda neyin peşinde sorusunun cevabını bulamayanlar var. Ticari ilişkiler bu kavgada pek önemli değil. Batı Balkan ülkelerindeki toplam ticaretin yüzde 74’ü AB, yüzde 6’sı Çin, yüzde 5’i Rusya ve yüzde 4’ü Türkiye ile.
Rusya’dan bir tehdit algılandığı doğrudur ama nüfuzunu arttırdığı önermesi yanlış. Rusya’nın Balkanlardaki nüfuzu yüz yılı aşkın bir geçmişe sahip ve o günlerde etkili olduğu topraklarla bugün etki gösterdiği alanlar neredeyse aynı. Sırbistan bu anlamda nüfuzun en etkili olduğu ülke. Karadağ ve Sırbistan’ın 21 Mayıs 2006’da ayrılması, bu iki ülkenin ortak bir geçmişe sahip olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Karadağ’da da Sırbistan’dan da Batıyla ilişkileri geliştirme taraftarları olduğu gibi “Rusya’dan başka dost olmaz” görüşünde olanlar da var. NATO ve AB üyesi Bulgaristan’da da hala Rusya’yı “esas abi/partner” görenler var. Yunanistan’ın da her daim Rusya’yla sıkı ilişkileri oldu, bunun devlet politikasında yer alması halkta bu görüşün olmasından kaynaklanıyor. Kosova’daki Sırpların 21 bininin Rusya vatandaşlığı alma başvurusunda bulunduklarını da (2011) hatırlamak gerekir. Bosnalı ayrılıkçı Sırpların da asıl desteği Sırbistan’dan çok Rusya’dan aldığı söylenir. Keza Sırbistan’daki destekçileri de zaten Rusyacı kanattır. Rusya’nın saydığımız bölgelerle ilişkileri geçmişten bu yana var olan bağlara dayalı. Bunu Ortodoks Hattı olarak tanımlamak yanlış olmaz zira “senden benden ayrımı”nda etkili hususlardan biri dindir. Din bir araçtır ama işlevselliği yadsınamaz. Yunanistan’dan Bosna Savaşı’nda Sırbistan lehine savaşmak için giden gruplar da bunu dikkate alan gruplardı. Makedonya’da da kökenlerini Slav kabul edenlerde Rusya, esasen Sırbistan üzerinden etkisini sürdürür. Bu açıdan Rusya’nın nüfuz alanını genişlettiğini söylemek zor ama kısmi bir daralma olduğunu söylemek daha doğru olur.
Esas olan AB’nin, tam ifade etmek gerekirse Almanya’nın bölgedeki nüfuzunu arttırmakta olduğudur. Almanya’nın eski Yugoslavya ülkeleri arasında Hırvatistan ve Slovenya ile zaten tarihe dayalı güçlü bağları vardı, açık olarak Kosova, kısmi olarak Arnavutluk ve son dönemde artan bir şekilde Bosna-Hersek üzerinde de etkisi açık. Son üç ülkede ABD’nin yerini dolduruyor. Almanya’nın etki alanı haritasını 2. Dünya Savaşı üzerinden de takip edebiliriz… Nitekim Makedonlar ve Arnavutlar arasındaki çekişmenin bir boyutunun 2. Dünya Savaşı’nda yer aldıkları saflar olduğunun altını çizebiliriz. Makedonya’nın bu halkaya sonradan eklendiğini söylemek yanlış olmaz Özellikle 9 Mayıs 2015’deki Kumonova operasyonu, şablonun netleşmesinde önemli bir noktadır. Aynı dönemde muhalefet lideri elinden hükümet aleyhine kendi başına elde etmesi imkansız yolsuzluk ve rüşvet kayıtlarının basına verildiğini ve nihayetinde iktidarın el değiştirdiğini de hatırlatmak gerekir. Ancak Almanya’nın etki alanını genişletmesi büyük ölçüde Batı Balkanların AB genişlemesinde yer alması ile ilgili. 2014’de Berlin Süreci’yle başlatılan ve beşincisi İngiltere’nin ev sahipliğinde Londra’da 10 Temmuz 2018’de gerçekleştirilen AB-Batı Balkanlar Zirvesi’ne AB kapısında bekleyen Balkan liderleri hariç katılanlara bakıldığında ise -Almanya, Avusturya, Hırvatistan, Yunanistan, Slovakya- bunun da Almanya ve ekibinin yürüttüğü bir proje olduğu görülüyor.
Sonda söylenecekleri başta söylediğimiz için çözüm formülünün gerçekliğini kontrol ederek bitirmek uygun olacak. Acaba Soros, Macron ya da bu konuda ittifak eden ya da ediyor görünen kimseler, örneğin Sırbistan’ın AB ve NATO üyesi olması durumunda –ki halkın büyük çoğunluğu NATO üyeliğine karşı- Rusya ile bağlarını koparacağına gerçekten inanıyor mu? Turuncu Devrimlerle gerçekleştirilen sürüklenmelerin sonuçsuz kaldığını gördükleri halde mi? Yerel duyarlılıklar yadsınarak sosyal mühendislikte ısrar etmenin bölgesel uzlaşı getireceğini düşünüyorlar mı? Ukrayna’da yapılan hatayı tekrarlamak ve Batı ile Rusya arasında seçim yapmaya zorlamanın doğurabileceği olumsuz sonuçları tartıyorlar mı? Dahası bu yolla istikrar sağlanacağına inanıyorlar mı?
[1] (Balkanlarda Avrupa’yı İstikrarlaştırmak için bir Şans) https://www.nytimes.com/2018/06/18/opinion/northern-macedonia-rename-greece.html
[2] Burada, hükümetlerin kendilerini seçen seçmenler tarafından değil de daha demokratik veya daha açık bir ifadeyle Batı yanlısı olduğuna inanılan siyasilere kurdurulmasını kastediyoruz. Zira Balkanlarda seçim sonuçları açık bir liderlik sergileyemiyor hükümetlerin kurulması aşamasında gizli ya da açık baskı ve yönlendirmeler söz konusu oluyor. Buna Makedonya, Kosova, Sırbistan, Bosna-Hersek, Arnavutluk yanında Yunanistan’ı da dahil etmek mümkün.
[3] Diplomatların toplanmasına fırsat verebilmek için konu Yunan basınına 11 Temmuz’da yansıtıldı.
[4] Kotor şehrinin, imparatorluk döneminde Rus Konsolosluğu’na ev sahipliği yaptığı için Balkan Kazak Ordusu’nun kuruluş alanı olarak özellikle seçildiği iddia ediliyor. Öte yandan Balkanlar’daki Rus yanlısı medya da Karadağ’ın ittifaka katılma sürecini tamamladıktan sonra kentin bir NATO üssü haline geleceği izlenimini yarattı.
[5] https://www.rferl.org/a/balkans-russias-friends-form-new-cossack-army/28061110.html
[6] Rus İmparatorluğu’nun seyrek nüfuslu sınır bölgelerinde 16. yüzyıldan 20. yüzyılın başına kadar önemli bir polislik ve savunma rolü oynayan, kendi kendini yöneten, askerileştirilmiş topluluklar olan Kozaklar (Cossacks-Çoğunlukla Kazak olarak çevrilir ancak bunlar, Türk boyu olan Kazaklar değildir.) Kozakların Balkanlarla çok az tarihsel bağları var. Rusya’daki 1917 Bolşevik darbesinden sonra, yaklaşık 5.000 Kazak, Balkanlar’a gitti ancak çoğu Batı Avrupa’ya geçti.