Search
Close this search box.

ÇOK TARAFLILIK VE ÇOKTARAFLI DİPLOMASİ ÜZERİNE KISA BİR DENEME

Kadeş Barış Antlaşması, tarihte diplomatik metinlerin en eski örneklerindendir. Antlaşmanın bir kopyası, 1970 yılında, dönemin Türkiye Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil tarafından BM Genel Sekreteri U Thant’a sunulmuştur. Hattuşa’da bulunan tabletin iki metre boyundaki bakır kopyası, Birleşmiş Milletler’in Newyork’taki genel merkez binasının duvarına asılmıştır.

2021’LE BİRLİKTE ÇOKTARAFLILIK

 Pandeminin etkilerinin hafifletilmesine yönelik çalışmalar yeni yılın girmesiyle hız kazandı. Buna paralel olarak uluslararası gündem hareketlendi. 2021’le birlikte çoktaraflı etkinliklerin sayısı arttı. 2021 Haziran ayında ardı ardına yapılan çoktaraflı Zirveler esasen canlı olan gündeme damga vurdu. Özetle, çoktaraflılık ve çoktaraflı diplomasi kavramları gündemde daha fazla yer aldı.

ÇOKTARAFLILIĞIN BAŞLANGICI

Çoktaraflılığın köklerini antik çağlara kadar götüren çevreler mevcuttur. Bu kesimin görüşüne göre, her ne kadar ikili bir çerçeveye dayansa da,  M.Ö. 13. yüzyıl başında Mısır Firavunu II. Ramses ile Hitit Kralı III. Hattuşili arasında Suriye topraklarının paylaşılmasını konu alan Kadeş Antlaşması çoktaraflı bir etkinlik olarak addedilebilir.

Kadeş Antlaşması öncesinde dönemin  çeşitli krallıkları/uygarlıkları arasında da bir dizi hukuki/siyasi metin imzalanmıştır. Hitit uygarlığı dönemine ait olmakla ve tabletleri Boğazköy(Çorum)’de bulunmakla Kadeş Antlaşmasının çoktaraflılığın başlangıç sürecinde önemli bir yere sahip olduğunu öne sürmek mümkündür. Bu açıdan baktığımızda çoktaraflılığa beşiklik etmekte Anadolu’nun önemli bir rol oynadığı söylenebilir.

SÜREÇ, KAVRAM VE KURUMLAR

Öncelikle üzerinde durulması gereken konu çoktaraflılığın (multilateralism) tanımıdır. Çoktaraflılık en basit tanımıyla uluslararası sistemde bir işbirliği yöntemi ve örgütlenme çerçevesidir. Çoktaraflılığı anlamak için bunu süreç, kavram ve kurumların oluşturduğu temel dayanaklar bağlamında ele almak gerekir.

Çoktaraflılık bir süreçtir; zira uluslararası işbirliği düzeninin yokluğunun veya yetersizliğinin hüküm sürdüğü bir ortamda sistemin, özellikle askeri ve ekonomik güce dayalı tektaraflı eylemlere, bunun sonucunda da çatışma ve savaşlara evrildiği görülmektedir. Dolayısıyla, çoktaraflılığı,  tektaraflığın (unilateralism) yol açtığı kargaşa ve çatışma dolu uluslararası sistemi bir düzene bağlamak üzere geliştirilen ve hayata sokulan bir arayış olarak görmek de olasıdır.

Çoktaraflılık sürecinin tarihi geçmişini irdeleyen kimi düşünürlere göre bu kavram ilk olarak daha gelişmiş haliyle Avrupa’da otuz yıl süren din savaşları sonunda imzalanan 1648 Vestfalya Antlaşmalarıyla ivme kazanmıştır. Daha ağırlıklı görüş ise, çoktaraflılığın esas olarak Napolyon Savaşlarının ertesinde 1815 Viyana Kongresiyle vücud bulduğudur.

Zamanın Avusturya Şansölyesi Metternich’in öncülüğünde başlayan kongrelere dayalı  ‘Avrupa Uyumu’ düzenini (Kongreler Sistemi), 1853-1856  Kırım Savaşını sonlandıran, Osmanlı İmparatorluğunun da imzacıları arasında yer aldığı 1856  Paris Antlaşması,  II. Abdülhamid döneminde imzalanan ve Kıbrıs dahil Osmanlı İmparatorluğunun Balkanlar’da ve Anadolu’da büyük toprak kaybıyla sonuçlanan  1878 Berlin Antlaşması, 1899-1907 Lahey Barış Konferansları gibi çoktaraflı etkinlikler izlemiş; ancak bu çoklu  çerçeveler 1914’te I. Dünya Savaşının patlak verip, milyonlarca insanın savaş meydanlarında ölmesini önleyememiştir.

19. yüzyılın Kongreler/Konferanslar serisine baktığımızda bunların hemen hepsinin ya tarihe damga vuran büyük toplumsal çalkantılar ertesinde veya o devrin güçlü devletleri arasında meydana gelen savaşların akabinde vücud bulduğunu görüyoruz. Diğer yandan, Kongreler Sisteminin çoktaraflılık sürecinde önemli bir müktesebat oluşturduğunu ve çoktaraflılık kavramının hayata geçirilmesinde kritik bir rol oynadığını da gözlüyoruz. Ayrıca, sürecin kurumsallaşmaya doğru evrildiğine tanık oluyoruz.

Bu kurumsallaşmanın sanayi devrimine koşut olarak ulaşım ve iletişim sektörlerinde baş gösterdiğini de tarih ortaya koyuyor. 1865 yılında Uluslararası Telgraf Birliği’nin kurulması; 1874 yılındaysa Evrensel Posta Birliği’nin ihdas olunması çoktaraflılığın kurumsallaşma sürecinde, bugünün anlayışına kıyasen mütevazi de olsa, dikkat çeken gelişmeleri simgeliyor.

Nitekim I. Dünya Savaşını takiben 10 Ocak 1920’de Milletler Cemiyeti kuruldu. Cemiyetin temel hedefi ülkeler arasında savaş çıkmasını önlemek, dolayısıyla özünde  uluslararası barış, istikrar ve huzuru sağlamaktı.

Türkiye, yapılan davet üzerine, 18 Temmuz 1932’de Cemiyete üye oldu. 1934 yılı geldiğinde Cemiyetin üye sayısı altmışa yükseldi. Ondokuzuncu yüzyılda benimsenmiş olan ve temelinde ABD’yi dış dünyadan yalıtmaya yönelik bir tutumu temsil eden Monroe Doktrinini esas alan ABD’nin katılmadığı bu uluslararası yapı II. Dünya Savaşının çıkmasını önleyemedi ve  20 Nisan 1946’da lağvedildi.

Çoktaraflılık sürecinin hızlanması ve derinlik kazanması asıl II. Dünya Savaşı sonrası dönemde hayat buldu. 24 Ekim 1945’te  Türkiye’nin de kurucu üyeleri arasında yer aldığı BM ihdas olundu. BM’e bağlı birçok ihtisas kuruluşu ortaya çıktı. BM bugün de çoktaraflılığın ana aktörleri arasındadır.

Bunu takiben 4 Nisan 1949’da Kuzey Atlantik Antlaşması imzalandı, NATO ortaya çıktı. 5 Mayıs 1949’da on Avrupa ülkesi Avrupa Konseyini kurdu. II. Dünya Savaşının travmasını yaşayan altı Batı Avrupa ülkesi 23 Temmuz 1952’de altı üyeli Kömür ve Çelik Birliğini kurdu. Bu Birlik ilerleyen aşamalarda önce Avrupa Ekonomik Topluluğuna, bilahare Avrupa Birliğine evrildi.

Çoktaraflılık ekonomik alanda da bu dönemde hızla kurumsallaşmaya gitti. 1944’te hayata geçirilen Bretton Woods süreci sonunda Dünya Bankası ve  IMF gibi uluslararası ekonomik yapılar ortaya çıktı. Bu kervana 1961 yılında Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) eklendi. Kurumsallaşma süreci hız kazandı; dünyanın değişik coğrafyalarında da ‘mantar etkisi’ yaptı. Arap Ligi (1945),  Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN-1967), şimdiki adıyla İslam İşbirliği Örgütü (1969), Şanghay İşbirliği Örgütü (2001), Afrika Birliği (2002) gibi onlarca bölgesel kurum ve kuruluş bu süreçte  boy gösterdiler.

SÜRECİN DİPLOMASİYE ETKİLERİ

İkitaraflılık (bilateralism) çağ dışına itilmedi; ancak etki alanını çoktaraflılıkla paylaşmak zorunda kaldı. Geçmişte tektaraflılığın başat rol oynadığı uluslararası sistemin bünyesindeki gelişim ve değişimler sonucunda ikitaraflılık ve çoktaraflılık birbirlerini tamamlayacak yönde yol aldılar.

Uluslararası barış ve istikrar arayışı yeni bir paradigma temelinde birbirleriyle etkileşim içindeki çerçevelere oturtulmaya çalışıldı. Diplomasi de bu sürece, gelişim halindeki kavramlara ve kurumlara ayak uydurmak zorunda kaldı. Diplomasiyi yürütmekten sorumlu kurumlar hem yerleşik geleneklerini hem uygulama sahalarını bu döneme uyarlamaya yöneldiler.

Son dönemde ortaya çıkan yeni ve sıradışı risk ve tehditler çoktaraflı hukuki düzenlemelere ve kurumlara dayalı uluslararası sistemde de dönüşmeye yol açtı. Soğuk Savaş dönemi sonrasında ‘kurallara dayalı düzen’ diye tanımlanan uluslararası sistem özellikle 2014’den bu yana dikiş tutmakta zorlanmaya başladı.

Rusya’nın o yıl Kırım’ı işgali ve Ukrayna’nın Donbas bölgesini istikrarsızlaştırması, bilahare Suriye’ye yerleşmesi, aynı yıl IŞİD’in sahneye çıkması, Çin’in küresel sahnede yükselmesi, dijitalleşmenin ve inovasyonun her alana yayılması, siber ve hibrit tehditler ile bozucu özellikleri de bulunan çığır açan teknolojilerin devreye girmesi, devlet dışı aktörlerin terörizm dahil eylemleri gibi içinde bulunduğumuz  dönemin gelişmeleri çoktaraflılığa ve çoktaraflı diplomasiye daha farklı bir açıdan bakılması gereğini ortaya çıkardı.

Zamanında AB’nin ‘etkin çoktaraflılık’ diye tanımladığı kavram, küresel sistemde üç ana kutubun belirmesiyle (ABD, Rusya ve Çin) ‘rekabetçi çoktaraflılık’ sürecine evrildi.

Uluslararası sistemin bu üç temel aktör arasında stratejik çekişmeye sahne olması ortak değerlere sahip uluslararası ve bölgesel kurumları ön plana çıkardı; buna paralel olarak çoktaraflı diplomasi daha fazla zemin kazandı.

Dönüşüm halindeki uluslararası sistem içinde ittifaklarını daha etkili kullanan, fikirdaş ülkeleri ortak bir hedef etrafında daha fazla seferber edebilen, sahada daha çok sayıda aktörün çıkarlarını ortak paydada buluşturabilen  devletlerin etki sahalarını  güçlendirme  şansı diğerlerine oranla arttı.  Bu hedefi gütmeyen veya önemsemeyen diğer devletler ise ‘yalnızlık sendromunu’ pratik yaşantılarında daha görünür yönde yaşamaya başladılar.

Tek kutupluluğun mu, iki kutupluluğun mu, çok kutupluluğun mu dünyaya daha fazla barış ve istikrar getirdiği yolundaki tartışmalar, hem akademisyenler arasında hem uygulayıcılar saflarında halen ele alınan ve ileride de mercek altında tutulacak  inceleme konuları arasında yer bulmaya devam edecektir.

Sosyal Medyada Paylaş
Fatih CEYLAN
Fatih CEYLAN
Fatih CEYLAN - 6 Ekim 1957 tarihinde Bursa'da doğmuştur. Robert Koleji ve 1979 yılı Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1979 yılında Dışişleri Bakanlığı'nın Kıbrıs İşleri Dairesi’nde aday meslek memuru olarak göreve başlamış çeşitli diplomatik görevlerin ardından 2006-2009 arasında Sudan büyükelçiliğinde bulunmuş, 2009-2010 yıllarında İkili Siyasi İşler Genel Müdürlüğü (Doğu Avrupa ile Kafkasya ve Orta Asya ülkeleriyle ilişkileri kapsamaktadır) görevini yürütümüştür ardından 2010-2013 yıllarında Doğu Avrupa, Kafkasya, Orta Asya ve Uluslararası Güvenlik işlerinden sorumlu Müsteşar Yardımcısı (İkili Siyasi İşler Müsteşar yardımcılığı) olmuş ve 20 Eylül 2013 - 15 Kasım 2018 tarihleri arasında NATO Daimi Temsilciliği görevini yürütmüştür. Fatih Ceylan, evli ve 3 çocuk babasıdır. 2009 yılında adı Türkiye'nin NATO genel sekreter birinci yardımcılığı için geçmiş, ayrıca 2010 yılında ise Türkiye'nin Kırgızistan Özel Temsilcisi olarak da görev yapmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

BENZER İÇERİKLER