Ellerinde soykırım yapıldığına dair “geçerli” bir kanıt ve mahkeme kararı bulunmadığı halde her yıl 24 Nisan’da, Ermeniler Türkiye aleyhinde karalama kampanyasını ısrarla sürdürmektedirler. Onları destekleyen Batı Ülkeleri bu iftira kampanyasına destek olmakta, çeşitli şehirlerde “soykırım anıtları” yaptırmakta ve bu azgınları iyice şımartmaktadırlar.
Ermenistan’ın ilk Başbakanı Ovannes KAÇAZNUNİ 1923 Parti Konferansına sunduğu aşağıdaki raporda yaptıkları alçaklıkları ve ihaneti itiraf etmiş olmasına rağmen gerçekleri görmek kimsenin işine gelmemişti.
KAÇAZNUNİ olayların sıcaklığını koruduğu 1923’te şunları yazmıştı;
“1914 sonbaharında, Türkiye henüz savaşan taraflardan birine katılmadığı dönemde, Güney Kafkasya’da büyük gürültü içinde ve enerjik biçimde Ermeni gönüllü birlikleri oluşturulmaya başlandı. Türklere karşı ayaklandık. Barışı sabote etmek için savaştık bile. Artık hepimiz Türklerin düşmanı olan İtilaf devletlerinin kampındaydık. “Türkiye’den, denizden denize Ermenistan” talep etmekteydik. İtilaf devletlerinin ordularını Türkiye’ye göndermeleri ve hâkimiyetimizi temin etmeleri için Avrupa ve Amerika’ya resmi çağrılar yaptık. Nihayet şu da var ki, var olduğumuz sürece aralıksız olarak Türklerle savaştık. Öldük ve öldürdük. Artık, Türklere ne gibi bir güven telkin edebiliriz ki?”
AKLIMIZ DUMANLANMIŞTI
“Askeri operasyonlara katıldık. Kandırıldık ve Rusya’ya bağlandık. Tehcir doğruydu ve gerekliydi. Gerçekleri göremedik, olayların sebebi biziz. Türklerin milli mücadelesi haklıydı. Barışı reddetmemiz ve silahlanmamız büyük bir hataydı. Türklere karşı ayaklandık ve savaştık. Sevr Antlaşması gözümüzü kör etmişti. İsyanımızın temelinde İtilaf devletlerinin bize vaat ettiği büyük Ermenistan hayali vardı. Ama biz hiçbir zaman devlet olamadık. Türkiye Ermenistan’ı diye bir devletin hayalden öte olmadığı gerçeğini göremedik. Aklımız dumanlanmıştı. Biz kendi isteklerimizi başkalarına mal ederek, sorumsuz kişilerin sözlerine büyük önem vererek, kendimize yaptığımız hipnozun etkisiyle, gerçekleri anlayamadık ve hayallere kapıldık.”
TÜRKLER DOĞRU YAPTI
“1915 yaz ve sonbahar döneminde Türkiye Ermenileri zorunlu bir tehcire tâbi tutuldu. Türkler ne yaptıklarını biliyorlardı ve bugün pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır. Siyasal açıdan olgunlaşmamış ve dengesiz insanlara özgü bir şaşkınlık içinde, bir uçtan diğerine savrulmaktaydık. Rus hükümetine karşı dünkü inancımız ne denli körü körüne ve temelsizse, bugünkü suçlamalarımız da o denli körü körüne ve temelsizdi.”
HASTALIKLI PSİKOLOJİMİZ
“Kaderden şikâyet etmek ve felaketlerimizin sebeplerini kendi dışımızda aramak acıklı bir durumdur. Bu bizim (hastalıklı) milli psikolojimizin karakteristik bir özelliğidir ve Taşnaksutyun Partisi de bundan kaçamamıştır. Osmanlı’dan, Akdeniz’e uzanan bir Ermenistan talep ettik. Derhal gönüllü birlikleri oluşturduk, Türklere karşı ayaklandık ve savaştık. İsyanımızın temelinde İtilaf devletlerinin bize vaat ettiği Ermenistan hayali vardı, gerçeği göremedik…”
Bu itiraflara ve yaşanan acı gerçeklere rağmen Başta İngilizlr olmak üzere yabancıların desteğiyle konu tamamen aleyhimize çevrilmişti. İşin aslına gelince;
1914-1918 yılları arasında ayaklanmalar sonucunda halklar arasında çıkan çatışmalarda Doğu Anadolu ve Kafkasya’dan 1,200,000 Müslüman göçmen durumuna düşmüş. Kafkasya Müslümanlarından Anadoluya gelen 130.000 sivil hayatını kaybetmiştir. Yolda salgın hastalık, açlık, sefalet ve Ermeni çeteleri yüzünden kırılanlar tahmini olarak eklendiğinde 2,5–3 milyon Müslüman Türk’ün öldüğü görülecektir.[1] Bu nedenle esas soykırım, Ermeni çeteleri tarafından bölgede yaşayan savunmasız Türk ve Müslüman sivillere yapıldığını kimse göz ardı etmesin.
Ermeni tehcirinde ise, Devlet tarafından tehcir için kanun çıkarılmış, göç edecek Ermenilerin ihtiyaçlarının karşılanması için çeşitli yasal önlemler alınmıştır. Ancak savaş şartları, Kürt çetelerinin saldırıları, salgın hastalıklar ve kıtlık nedeniyle çok sayıda Ermeni yolda hayatını kaybetmiştir. Bu kayıpların 100.000 civarında olduğu sanılmaktadır.[2]
O dönemde Ermeni nüfusu, Ermeni Kilisesi kayıtlarına göre dahi 2,5 milyon olmadığı bilindiği halde, Ermeni Diasporası ve Ermenistan bu rakamı 600.000’den 2,5 milyona kadar yükseltmesi gerçeklerin inkarıdır. Osmanlı arşivlerine göre bu dönemde Ermeni nüfusunun 1-1,5 milyon arasında olduğu ve Ermenilerin hiçbir vilayette çoğunluğu oluşturmadığı görülmektedir. Ayrıca bazı bölgelerdeki Ermeni halk tehcire tabi olmamıştır. Trabzon, Elazığ, ve daha bir çok bölgedeki ermeniler örnek olarak verilebilir.) Tehcirden sonra ortamın sakinleşmesi ile birlikte bir kısım Ermeni tebanın tekrar geri döndüğü de bilinmektedir.[3]
Ermeni Patrikhanesi’nin 1921 tarihli kayıtlarına göre 644.900 Ermeni evlerine geri döndü; fakat Ermeni araştırmacıların çalışmalarına baktığımızda bu geri dönüşlerden hemen hiç bahsedilmediğini, tehcir esnasında Ermeni toplumunun neredeyse tamamen yok edildiği görüşünün hakim olduğunu görüyoruz.[4]
Bu durumda asıl amacın, “üzüm yemek değil bağcı dövmek” olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü soykırım yalanıyla Türkiye’yi köşeye sıkıştırıp, 4T ile ifade edilen, TANITIM-TANINMA-TAZMİNAT ve TOPRAK talepleri gündeme gelecektir. Bölgemizde ve dünyadaki gelişmelere baktığımızda küresel güçlerin tam bir saldırganlık içinde olması, diasporanın aşırı ve azgın taleplerine kapı aralamasına fırsat vermemelidir. Her ne kadar KARABAĞ’da unutulmayacak bir tokat yemiş olsalar da tedbirli olmalıyız.
Süheyl ÇOBANOĞLU
RUBASAM Başkanı