John Perkins’in “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları” kitabında, kürsel güçler tarafından gereksiz, abartılmış, ihtiyaç dışı büyük çılgın projelerle, hedef ülkelerin kaynaklarının heba edilip, siyasi ve ekonomik konularda elini kolunu nasıl bağladıklarını ve tavizler koparmak için dayatma-tehdit ve şantaja başvurduklarını okumuştum…
Şimdi iç ve dış onlarca sorunumuz çözüm beklerken durduk yerde “Kanal İstanbul” tartışması gündemin baş köşesine yerleşti.
“Kanal İstanbul’un”, meralaradan ve tatlı su havzalarından geçecek güzergahını, şimdilik 75 milyar dolar olacağı öngörülen yüksek maliyetini, su kaynaklarına, çevreye, ekonomiye, ulusal güvenliğe verdiği zararı, ekolojik yapı üzerinde yaratacağı tahribatı, iklim değişikliğine yol açması, deprem riskini, stratejik boyutta fayda ve mahsurlarını, nüfusuna etkisini, Montrö Sözleşmesinin sağladığı hakların korunmasını, Karadeniz’e kıyısı olan devletler başta uluslararası ilişkilere etkilerini göz önüne aldığımızda sıkıntılı bir karar olacağı değerlendiriliyor.
Mehmet FARAÇ köşe yazısında, “Kentin su kaynakları Sazlıdere ve Terkos’u yok etme riski, çıkacak milyonlarca ton hafriyatın yaratacağı çevre sorunu ve bunları taşıyacak onbinlerce kamyon da trafikte tehdit oluşturacak… buralardaki arazilerin büyük bölümünü alan 3 şirketin de Araplara ait olduğunun ortaya çıkması!.. Arazilerin şaibeli biçimde el değiştirmişken, 23 milyon metrekare yeşil alan yok olacak, deprem riski de büyüyeceği… Ekrem İmamoğlu’nun açıklamasında, “ihanet projesi” olarak tanımladığı Kanal İstanbul’la ilgili dehşet verici uyarıları yaptıktan sonra toplumu şu sözlerle bir kez daha uyardı; “Kanal İstanbul demek susuzluğa mahkumiyet demek, bu proje felaket, ihanet ve cinayet projesidir… İhanete fırsat vermeyeceğiz. Kanal İstanbul, 82 milyonun sırtına 110 milyar liralık vergi yüklemektir…Ya kanal ya İstanbul… Bu parayla tüm okulları yeniden yaparsınız. Bu bütçeyle en az 9 Marmaray daha yaparsınız. Yüzlerce hastane, fabrika yaparsınız. Tümüyle israf projesidir. Vatandaş Ekrem olarak, ülkemize büyük sıkıntılar yaratacak bu projeden derhal vezgeçilmelidir.” Demektedir.
Kamuoyu önünde tartışılmayan ama ama gerçek anlamda milli bazı mahfillerde değerlendirilen küresel boyutu daha var ki, hepsinden önemli…
Yeniçağ gazetesinde Cahit Armağan DİLEK’in yazdığı konuya dikkat etmek lazım. Özetle; 2005 yılında Türk Genelkurmayına gelen ABD heyeti, Dünyada değişen jeopolitik durumu ve ABD’nin pozisyonunu anlattı ve haritada Karadeniz’i göstererek şunları söyledi: “ABD bütün dünya denizlerinde askeri olarak var ama sadece Karadeniz’de yok. Bu jeopolitik gerçeklere ve olayların olağana akışına uygun değil. ABD Karadeniz’de olmalı, olacak.” Buna engel olan tek şey, Montrö Boğazlar Sözleşmesi. ABD’nin Karadeniz’de sürekli var olabilmesi için Montrö’nün ortadan kalkması ya da değişmesi gerekiyor!!!
Yine Yeniçağ gazetesi yazarı Arslan BULUT “İstanbul senaryoları!” başlıklı yazısında; “AKP iktidarının desteğiyle “Türkiye Markası Projesi” adıyla hazırlanan sözde turizm Projesi çerçevesinde, “İstanbul Markası” incelenirken Napolyon’un “Bir dünya imparatorluğu kurulsa başkenti İstanbul olurdu” sözü hatırlatıldıktan sonra, “Matematiksel modellemelerle dünya merkezi olabilecek şehirlerin belirlenmesi amacıyla yapılan bir araştırmada İstanbul, Tel Aviv ve Kahire ile birlikte ‘dünya merkezi olabilecek bir şehir’ olarak belirlenmiştir” deniliyordu. Projenin “İstanbul markası” bölümünde, “İstanbul, Müslümanlık Türklük gibi negatif çağrışımları olan kavramlardan soyutlanarak ele alınabilecek bir değerdir” deniliyor ve Ayasofya ön planda tutuluyordu. Bu proje Yeni Şafak gazetesinde sürmanşetten “Tanıtımda devrim” diye duyurulmuştu… Aslında İstanbul üzerine senaryolar, Tansu Çiller döneminde ısıtılmıştı. Ertuğrul Özkök, Çiller’in İstanbul’u başkent yapma fikrini gündeme getirmesini istemişti… Mesut Yılmaz’a verilen federasyon plânlarında ise İstanbul ayrı bir devlet haline getiriliyordu… Sertap Erener de Eurovision şarkısında, arkasındaki Ayasofya siluetini kullanıyor ve Avrupa’ya, İngilizce olarak Harem dairesinden “Filmi başa saralım” diye sesleniyordu! Rum kökenli olduğu anlaşılan bir şair de İstanbul’un fethinin 550’nci yılında Gülhane’deki edebiyat buluşmasında Bizans’ın dirileceğine dair sayıklamalarını paylaşıyordu.” Zamanın BM Gen.Sekreteri Butros GALİ’nin bile İstanbul’daki Habitat toplantısında “Türkiye Federal Cumhuriyeti” ve “İstanbul Federe Devleti” gibi ifadeleri hatırımızdayken ve bunun gibi bir çok plan ve projede İstanbul’a bağımsız bir satatü kazandırma ve böylece 1453’ten beri Türk olan bu vatan toprağını elimizde alma hesabı hep var olduğu ortadayken kazanılmış haklarımızı tartışmaya açacak böyle bir yüksek bedel ödeyeceğimiz işe evet demek mümkün değil…
ABD ve AB’nin Türkiye’yi federe devletlere bölmeye çalıştığını biliyoruz. Bunun zeminini oluşturmak için, türlü senaryolar hazırladıları da malum… O halde kime ne mecburiyetimiz var da kendi ayağımıza kurşun sıkmakta bu kadar hevesliyiz, anlamak mümkün değil…
Malumunuz Karadeniz’e kıyısı olan Türkiye, Romanya, Bulgaristan NATO üyesi. Ukrayna ve Gürcistan ABD’nin ilgi alanı içinde… Dolayısıyla, ABD’nin Karadenizdeki varlığını arttırmasından rahatsız olan Rusya’nın, Karadeniz’in NATO gölü olmasına itirazını da dikkate almakta fayda var.
Bunlar bir kenara konulduktan sonra ekonomik ve siyasi anlamda gereksiz olan bu yıkım projesine en az 75 milyar dolar para haracamaya gerek varmı???
Süheyl ÇOBANOĞLU
RUBASAM Bşk.V.