Karadeniz BM Deniz Hukuku Sözleşmesine göre “iki veya daha çok ülke tarafından çevrelenmiş ve bir başka denize dar bir geçitle bağlı bulunan”[1] tanımına uyan yarı kapalı bir deniz statüsündedir. Jeolojik oluşum süreci ile ilgili farklı görüşler vardır. Daha çok kabul gören görüşe göre; Atlantik Okyanusu sularının Cebelitarık Boğazı’nın oluşumunu müteakip Akdeniz çukurunu doldurması ve Türk Boğazlarının oluşumu ile önceden kurumuş bir göl havzası olan Karadeniz çukurunun tekrar sularla dolması ile oluşmuştur.[2] Bir başka görüşe göre ise başta Tuna ve Volga nehirleri olmak üzere onlarca nehrin sularının bu çukuru doldurduğu ileri sürülmektedir.  

  Karadeniz jeopolitik açıdan bulunduğu konum nedeniyle tarih boyunca kuzeyde güneye ve doğudan batıya ve aksi yönlerde Kavimler Göçlerini, büyük seferleri ve tarihi akınları ayırıcı ve yönlendirici özelliği ile etkilemiştir. Bu kapsamda Türklerin Türkistan’dan Batıya göçlerinde önemli rol oynamıştır. Yeni Çağ’ın başlangıcından (1453) itibaren beş yüz yıl kadar iki büyük imparatorluğun tek veya birlikte adeta bir iç deniz gibi kontrolü altında kalmıştır. 15-18. Yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu, 19-20 yüzyıllarda Rus imparatorlukları -Çarlık Rusya’sı ve SSCB- Karadeniz’e hâkim olmuşlardır. SSCB’nin dağılması ile Karadeniz jeopolitiği çok önemli ölçüde değişmiştir. Günümüzde Karadeniz; Bulgaristan, Gürcistan, Romanya, Rusya, Ukrayna ve Türkiye ile çevrelenmiş ve daha çok sayıda devlet ile kıyıdaş olmuştur. Karadeniz jeopolitiğini en çok etkileyen konu Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası ABD’nin ve AB’nin NATO ile veya NATO olmadan bölgedeki varlığını artırma çabaları olmuştur. Kıyıdaş ülkelerden Romanya ve Bulgaristan’ın hem NATO’ya hem de AB’ne üye olmaları; Gürcistan ve Ukrayna’nın her iki birliğe (NATO ve AB) üye olma süreçlerine katılmaları bölge jeopolitiğinin karmaşıklığını artırmıştır.

  ABD’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun Mağrip’ teki Dayılık yönetimi altındaki Cezayir, Tunus ve Trablusgarp ile doğrudan temas kurması ve Garp Ocakları denilen bu yönetimlerle 1795 Cezayir, 1796 Trablusgarp, 1797 Tunus ile yaptığı anlaşmalarla başlayan Akdeniz’deki varlığı kısa sürede Levant ve Karadeniz üzerinde de hissedilmiştir. Doğu Akdeniz limanlarından sonra Karadeniz de ABD’nin hedefinde yer almıştır. Bu çerçevede ilk Amerikan ticaret gemisi 1786 yılında İstanbul’a gelmiş ama bir ticaret anlaşması olmadığından devamlılık sağlanamamıştır. Karadeniz’e çıkan ilk ticaret gemisi ise Rusya ile Osmanlı Devleti savaş halinde olması nedeniyle tarafsız ülke gemisi sıfatıyla Amerikan Calumet gemisi olmuşsa da istenen buğdayı Rusya vermediğinden boş dönmüştür.[3]

       ABD’nin Çanakkale Boğazından İstanbul’a ve oradan da Karadeniz’ e çıkma isteği çok ısrarlı ve uzun süreli uğraş ve baskılarını da beraberinde getirmiştir. O şekildeki ilk ABD savaş gemisi (United States Firkateyni) 1833 yılında Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’nın isyanı üzerine İstanbul’daki Amerikan Elçiliği ve vatandaşlarını korumak üzere İstanbul’a gelmiştir. Bu ziyaret Osmanlı Devleti’nin de lehine olduğundan bir itiraz doğurmamıştır. Ancak ABD her zaman Boğazlardan serbest geçiş için taleplerde bulunmuştur. 1841 Londra Boğazlar Sözleşmesi ile 1871 Londra Boğazlar Düzenlemeleri görüşmelerinde ABD doğrudan taraf olmamakla beraber isteklerini dile getirmiştir.1856 Paris Anlaşması sonrasında ve Doğu sorunu nedeniyle Osmanlı topraklarına sığınan vatandaşlarını korumak ve taşımak üzere ABD gemileri Çanakkale Boğazını geçerek İstanbul’a gelmiştir.  Karadeniz’e çıkan ilk ABD savaş gemisi olan Wyoming Korveti 1879 tarihinde bordosunda ABD Büyükelçisi Maynard ve Robert Kolej Öğretmenleri olduğu halde bütün Türk Karadeniz limanlarını ve Odessa’yı ziyaret etmiştir.[4] ABD daha sonra Wilson Prensipleri kapsamında yer alan “serbest ticaret”, “açık kapı” prensipleri gereğince de Boğazların herkese açık olmasını istemiş, bu tutumunu tarafı olmamakla beraber Lozan Konferansı esnasında da sürdürmüştür.

   Günümüzdeki kronik gelişmeler endişe vericidir. 2014 yılında Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesine ve Kırım’ın işgal ve ilhakına gerekli tepki ve karşılığı vermeyen ABD, NATO ve AB  14-18 Eylül 2020 ABD-Yunanistan Ortak Tatbikatı ile Şubat-Mart 2021’de gerçekleştirilen NATO’nun Defender Europe -2021 Tatbikatı ile Rusya’ya gözdağı vermiştir. ABD’nin en üst düzeyde yöneticileri tarafından “Rusya, Ukrayna’yı işgal edecek.” şeklindeki açıklamaları ve eski Sovyetler Birliği kontrolundaki devletlerin AB ve NATO’ya katılımı suretiyle Doğu’ya doğru genişlemesinin devam etmesi Rusya’yı karşı harekete geçirmiştir. Özellikle Ukrayna siyasi ortamında ABD tarafından Yuşçenko ve Poroşenka gibi liderlerin desteklenmesi ve nihayet Zelensky’nin iktidara gelmesi ve 2021 Anayasa değişikliği ile ülkesinde yaşayan Rusları etnik azınlık olarak tanımlaması ortamı iyice germiştir. Bu gelişmeler üzerine Rusya 10 Şubat 2022 tarihinde Beyaz Rusya ile “Müttefik Kararlılığı- 2022” ortak askeri tatbikatının ardından 24 Şubat 2022 tarihinde “Özel Askeri Operasyon” adıyla Ukrayna’ya saldırmıştır.

   Rusya-Ukrayna Savaşı ülkemiz bakımından çok zorlu bir dönemin başlamasına ve Türkiye’yi kılı kırk yaran denge politikaları ile adeta ipteki cambaz gibi dikkatli davranmaya zorlamıştır. Karadeniz’in kontrolu tarihsel arka planda Türkiye ve Rusya için İmparatorluklar çağında iki devletin gücüne, Soğuk Savaş Döneminde ise iki kutuplu düzenin dehşet dengesine bağlı; ama esas itibariyle 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi gibi bir hukuki dayanağa sahipti. Türkiye bir taraftan bu tarihsel gerçek ve uluslararası sözleşmeye dayalı hukuki dayanak ile Karadeniz kıyısında savaşan iki kıyıdaş devlet arasında; diğer taraftan ise dahil olduğu ittifak ve AB’nin desteklediği komşusu ile saldırgan komşusu arasında kararlar almaya zorlanmıştır. Bu sürecin AB ve Rusya’ya karşı denge stratejisine bağlı politikalarla başarılı bir şekilde yürütüldüğü söylenebilir. NATO ile ilişkiler açısından bu örgütün kuruluş amacı olan SSCB’nin dağılmış olmasına rağmen örgütün üye sayısı 16 (1990) üyeden 1999’da 19, 2004’te 26, 2009’da 28 ve nihayet 2001- 2022 arasında Finlandiya ve İsveç’in de dahil olması ile 31 olmuştur. İsveç’in de katılımı ile bu sayı 32 olacaktır. Bu makro örgüt kuramları açısından çok büyük ve dikkate alınması gereken bir başarıdır. Birçok siyasetçi ve uluslararası ilişkiler teorisyeninin çökmesini öngördüğü bu örgüt Soğuk Savaş Döneminde 45 yıldaki gelişmesini SSCB’nin dağılmasından sonra geçen 33 yılda üye sayısı açısından tam iki kat büyümüştür. NATO’nun 18 Barış için ortaklık,7 Akdeniz Diyaloğu, 4 İstanbul İşbirliği Girişimi, 8 Küresel ortağı ülke[5] de dikkate alındığında Türkiye açısından bu gelişme ülkemizin dünyanın bu en büyük örgütüne üye olmasının büyük fayda ve avantajları vardır şüphesiz. Ancak ABD ile Türkiye arasındaki son yıllarda ABD’nin tek kutuplu dünya düzeni politika stratejisi nedeniyle ciddi ölçüde çatışan çıkarlar nedeniyle ikili ilişkiler müttefiklik açısından karşılıklı sorgulanır hale gelmiştir. Türkiye’nin güneyindeki Irak-Suriye üzerinden Akdeniz’e açılmak istenen Kürt Koridoru ve Karadeniz’e açılmayı öngören ABD/NATO politikaları ülkemiz açısından yaşamsal çıkardadır. ABD’nin Türkiye’yi “ne dost ne de düşman” olarak tanımladığı 13 Kasım 2018 tarihli Amerikan Dış İlişkiler Konseyi raporu, 2017 yılından bu yana “Amerika’nın Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası” kapsamındaki zorlamaları ve giderek Türkiye ile müttefikliği sorgulayan davranışları önemli olumsuz gelişmelerdir. Türkiye Karadeniz’e  komşu olmayan uzak bir hegemonun bu iç denizi  kontrolu altında tutmasını özellikle Rusya gibi dünyanın en büyük nükleer gücü olan bir komşusu ile yaratacağı siyasi, ekonomik ve küresel jeopolitik gerekçelerden ötürü kabullenecek durumda değildir. 

   Karadeniz’e kıyıdaş kavimler dışında yabancıların ilk girişi tarihi kaynaklara göre M.Ö. 10. Yüzyılda Egeli denizcilerin gelişi ile olmuştur. Egeli Denizcilerin bölgeye gelişleri ile Ege kıyılarının insanı hırçınlığı, kuvvetli dalga ve akıntıları, fırtınaları nedeniyle iyi tanımadıkları bu denize “Karanlık deniz, misafir/ dost sevmeyen deniz” anlamında “Pontos Aexienos” demişlerdi. [6] Karadeniz’in genellikle soğuk olduğu bilinen suları bir yıla yakın bir süredir devam eden savaş nedeniyle iyice ısınmıştır.  Egeli denizcilerin zamanla Karadeniz’i tanıdıkça ona verdikleri “Misafirsever deniz/ Pontos Euxienos” sıfatı tekrar yakıştırılacak mıdır? Görünen o ki bu defa bölge içi ve dışı güçler birbirini çok iyi tanıdıklarından Karadeniz misafirlerini asla hoş karşılamayacaktır. Bize de ya Montrö olmasaydı dedirtecek ve 2. Dünya Harbi rüzgarlarının esmekte olduğu koşullar öncesinde bu sözleşmeyi hayata geçiren Yüce Atatürk’e şükran ve minnet duymak kalacaktır.

 Dr.  Hüsmen Akdeniz

    28 Aralık 2023


*Yılmaz Tezkan,”Karadeniz’in Konumu ve Önemi ”, s.1, www.haber10.com (Erişim: 15.07.2017)

[1] BM Deniz Hukuku Sözleşmesi,1982 Md 122

[2] Near Ascharson, Karadeniz, İş Bankası Kültür Yayınları 2001,s.13

[3] Çağrı Erhan,Türk -Amerikan İlişkilerinin Tarhi Kökenleri,İmge Kitabevi, Ankara,2001,s.77-78*Yılmaz Tezkan,”Karadeniz’in Konumu ve Önemi ”, s.1, www.haber10.com (Erişim: 15.07.2017)

[4] Erhan,age,ss.72-81

[5] Ali Akdemir vd, Örgütlerin Yönetiminde Yeni Yaklaşımlar, içinde Hüsmen Akdeniz,”Dünden Yarına NATO’nun Yönetimi:Kuramlar Açısından Bir NATO Yönetim Analizi”,Mayıs 2023,HOLISTENCE Publications,Çanakkale,ss.345-377 

[6] Ed. Hasret Çomak vd.,Karadeniz Jeopolitiği,Hüsmen Akdeniz,”Karadeniz’e Kıyıdaş Ülkelerin Ulusal Güvenlik Stratejileri”, Beta Yayınları,İstanbul ,2018 ,ss 189-229

Sosyal Medyada Paylaş

2 Responses

  1. Verdiğin bilgiler için teşekkürler Hüsmen hocam, akademik çalışmalar yapan arkadaşlarımın yazılarını zevkle okuyorum, mutlu oluyorum,hep var olun, sevgiler selamlar -Uğur 6

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

BENZER İÇERİKLER