“İSTANBUL Can Çekişiyor!’’ Duyan, Gören Var mı? ‘’Bu şehr-i Stanbul ki bi misl-ü bahadır/bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır. (Bu İstanbul şehr-i ki, misli benzeri yoktur. Bir taşına bütün Acem mülkü fedadır – Şair Nedim) İstanbul’un nüfusu günümüzde neredeyse 20 milyona ulaşmıştır. Ama benim çocukluğumda, gençlik yıllarımda topu topu 500 – 600 bin kadardı. Bu dünya mirası şehirde yaşayan hemen herkesin soy kökeni Anadolu’ya bağlıdır. Şehrin yerli nüfusu ise Hıristiyan ahalidir. Yani Rumlar, Ermeniler, Yahudiler ve Maronitler… Bizim İstanbullu kimliğimiz, 564 yıldan bu yanadır. 50’li, 60’lı yıllarda İstanbul’a göç edip yerleşenler; şehrin o döneminin yaşam tarzına, ortamına uyum sağlayabiliyorlardı. Çünkü o süreçte yaşanan insan ilişkileri, toplumun yaşam tercihlerinin oluşturduğu yardımlaşma ortamı, doğal yaşam; o yıllarda bu güzel şehre gelip yerleşenlere çevresine uyum sağlama imkânı sunabilmişti. Ama özellikle 70’li yıllardan itibaren ‘İstanbul’un taşının, toprağının altın’ olduğunu sanarak bu aziz şehre göç edenler; şehrin taşını da, toprağını da işgal etmişlerdir! O dönemi yöneten siyasi kadroların hatalarıyla oluşan gecekondu dağları, böylesi bir uyumsuzluğun en çarpıcı göstergesidir. Bu insanlarımız, böylesine bir yaşam kargaşasında İstanbul’a uyum sağlayamadıkları için, İstanbul’u kendilerine uydurmaya çalışmışlardır! Onların içinden pek çok insanımız, önemli kurumlarda görev almış söz sahibi olmuşlardır. Ama bu arada, Hacıbekir lokumuyla birlikte lahmacun da aynı masada sunulmaya başlamıştır! Aslında köylünün, köyünde; şehirlinin, şehrinde gelenek ve görenekleri eşsiz bir zarafete sahiptir. Yıllar öncesinde başlayan bu hazırlıksız yer değiştirmeler; günümüzün İstanbul’unda yaşanan her türlü toplumsal olumsuzluğun da alt yapısını hazırlamıştır. İstanbul gibi büyük, dev bir şehrin varoşlarında yaşanan zor hayat koşulları; köyünden kalkarak böylesine büyük, karışık, nüfusu giderek artan bir yaşam kentine gelenleri oldukça olumsuz etkilemiş; bu insanlarımızın doğum toprağındaki, baba ocağındaki alışkanlıklarını, gelenek ve göreneklerini terk ederek İstanbul’un o baş döndürücü yaşam tarzına, akıp giden o ışıltılı ama aldatıcı, acımasız yaşantısına alışmak için verdikleri onca çaba, çoğu kez hüsranla sonuçlanmıştır. Sonuçlanmaya da devam etmektedir… Bu dev anakent’in, gıcırdayan pahalı ekonomik dişleri arasında sıkışıp kalan insanlarımızın hayatta kalabilmek adına verdikleri yaşam mücadelesi, ne yazık ki karşılığını bulmamakta, tam tersine ezilmiş, kakılmış bu insanlarımız, çoğu kez yaşadıkları haksızlıklar-hukuksuzluklar nedeniyle; çevrelerindeki zengin yaşamlara, bu yaşamın tadını çıkaran insanlara öfke ve yaşam terörü sıçratmaktan çekinmemektedirler! İstanbul’un yıllar öncesinde kalan dostluklarından, kardeşliklerinden, komşuluk ilişkilerinden artık eser dahi yoktur… 50 yıl öncesinin o kibar, mütevazı, Türkçemizi mükemmel konuşan, ‘sevgi ve saygı dolu İstanbullu’ görüntüsü yok olmuş, adeta yok edilmiştir! Gün geçmemektedir ki, İstanbul sokaklarından tecavüz, gasp, cinayet, yaralamalı, ölümlü kaza haberleri gelmesin! Özellikle kadınlarımız öldürülmesin! Şehrin giderek artan nüfusu, yaşanan suç oranını da büyük ölçüde arttırmıştır. Sokaklarımızda başıboş gezen çocuklarımız, tinerciler, fuhuş, hırsızlık, uyuşturucu, sahtekârlık, cepçiler, hapçılar, giderek artan bir trafik terörü ve özellikle Suriye’de yaşanan savaş nedeniyle ülkemizin son yıllarda kabul ettiği milyonlarca Suriyeli mültecinin büyük şehirlerimize, İstanbul sokaklarına yansıyan dramı; içimizi parçalayan insan manzaralarıdır. İstanbul çığlık, çığlığadır! İstanbul’un doğal yaşamı yok olmak üzeredir! İstanbul artık son nefesindedir! ‘O her sengine yekpare Acem mülkünün feda olmasıyla’ ölçümlenen bu dünya mirası şehrimizin barındırdığı tüm güzellikler yavaş, yavaş kaybolmakta; burada yaşayan insanların umursamazlığı, yönetenlerin yetersiz/önlemsiz uygulamaları nedeniyle İstanbul acımasızca yok edilmektedir… Yıllar öncesi İstanbul’unun tüm güzelliklerini bilen, yaşayan, gören her semtinin sıcak insani ilişkilerine tanıklık eden beni ve benim kuşaklarımı da üzdüğüne inandığım bu olumsuzluklar; eminim ki, bugün bu aziz şehirde yaşayıp da ‘kentsel/rantsal dönüşüm’ adına uygulanan türlü yapılaşmalara, adeta ‘taşlaşan İstanbul manzarasına’ kayıtsız kalmayan/kalamayan herkesi üzmektedir. Günümüzde İstanbul’un siluet simgesi olmuş Ayasofya’nın, Sultanahmet Camiinin o muhteşem görüntülerinin arkasına bir hançer gibi saplanan iki gökdelen görüntüsü; ‘Birilerinin, birilerine darıldım’ demesiyle geçiştirilemeyecek kadar önemli olup; böylesi bir yapılaşmaya izin verenlerin büyük bir hatası, en hafif tabiriyle: ‘Vurdumduymazlığın’ ta kendisidir! 564 yıldan beri İslamiyet’in, Türk Milletinin mührünü taşıyan bu topraklarda: Semaya yükselen o muhteşem camilerimizin minarelerinden yayılan ezan seslerinin, Kültür zenginliğimiz olarak yorumladığımız, kiliselerin çan seslerinin duyulduğu; Ay yıldızlı al sancağımızın gölgelediği, dünya kültürlerinin mirasını taşıyan; ‘Aziz İstanbul’umuzun’ Binlerce yıl öncesini anlatan tarihine sahip çıkmak, bu kentte yaşayan herkesin ama öncelikle bu kenti yönetenlerin görevidir. Gelişen teknolojinin tüm yansımalarının acımasızca uygulandığı bugünün İstanbul’unda: Neredeyse her mahallede bir AVM’nin açıldığı, doğayı, doğal yaşamı barındıran tüm yeşilliklerin büyük bir bölümünün yol, köprü, yeraltı treni yapımına feda edildiği günümüzde; şehrin sadece yol çevrelerinin yalap, şalap çimlendirilmesi, kimilerince ağaç diye vasıflandırılan ama aslında süs çalılarıyla bezenmesi, yaşanan gerçekleri ortadan kaldırmayacak uygulamalardan sadece birkaçına örnektir. Bunun yanı sıra her şiddetli yağışta; şehrin ‘Kanal İstanbul’ görüntülerine bürünmesi, şehrin alt yapısıyla ilgili en büyük problemi olmaya devam etmektedir. Hatta öylesine devam etmektedir ki! Çok şiddetli sağanak yağışlarda; ‘Üsküdar sahili’ adeta deniz seviyesi ile örtüşebilmektedir! (Bkz. Dönemin basın haberleri) Her konuşmasında: ‘Taksim gezi parkı’ olaylarını gündeme taşıyanların; Taksim tünellerinde yaşanan göl manzaralarına, burada mahsur kalan araç ve insan görüntülerine de bakmaları gerekir… Şiddetli sağanak yağışlar sonrasında, her semti adeta boğulan İstanbul’da yaşanan bu şehir manzarasına, ne bu şehri yöneten Büyükşehir Belediyesinden, ne de ilgili bakanlıktan daha önce yaşananlarda olduğu gibi; çözüme yönelik henüz kalıcı bir tedbir alınmış değildir. İlerleyen yıllarda şehrin alt yapı sorunları belki de çözülecektir! Ancak çözüme ulaşılıncaya kadar geçen sürede, ortaya çıkacak hasarı şimdiden kestirmek de mümkün değildir! Şehirde yaşanan aşırı yağışlar nedeniyle oluşan bu görüntüler, bir tabiat olayı olsa da; 2002 yılından beri bu şehri yönetenlerin, benzer afetleri önleyecek alt yapıyı gerçekleştirmemiş, gerçekleştirememiş olması da, sorgulanması gereken önemli bir husus olmalıdır… İstanbul çığlık, çığlığa son nefesindedir! ‘Ey İstanbul’ hitabıyla meydanlarda yeri, göğü inleterek bu dev şehirde yaşayan insanlardan oy isteyenler; umarım İstanbul’un her köşesinde yaşanan bu olumsuzlukları görüyor, duyuyordurlar! Tıpkı ülkemizin diğer kent merkezlerinde yaşanan benzer olumsuzlukların görülmesi, yükselen insan ve doğa feryatlarının duyulması gerektiği gibi… (Bk. Kaynakça – 25)
Kaynak: https://www.oncevatan.com.tr/once-vatan-29-makale,51898.html
Önce Vatan Gazetesi