Silahlanmanın Dünya Barışı Üzerindeki Kötü Etkisi ve Geleceği Ne Bekliyor: Bir Değerlendirme

Dünya sahnesinde oynanan güç oyunlarının en önemli araçlarından biri silahlanmadır! Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü’nün (SIPRI) “Uluslararası Silah Transferindeki Eğilimler-2023” (Erişim: 18.03.2024 https://www.sipri.org/)Raporuna göre: bu oyunun sonuçlarını ve potansiyel tehlikeleri hakkında analiz yapmaya muhtaç önemli verileri paylaşmıştır. Raporda sunulan veriler, silahlanmanın yalnızca yerel ve bölgesel değil, aynı zamanda küresel barış ve güvenlik üzerinde de derin etkileri olduğunu göstermektedir. Bu çalışma büyük ölçüde ilgili rapordaki verilerden yararlanarak yapılmıştır.

Silah Ticaretinin Paradoksu

2019-2023 döneminde büyük ölçekli uluslararası silah satışları, önceki beş yıla kıyasla %33 azalmış, ancak 2009-2013 dönemine kıyasla %33 artmıştır. Başlıca İhracatçılar: ABD, Fransa, Rusya, Çin ve Almanya, en büyük beş silah ihracatçısı olmuşlardır. Özellikle ABD, küresel silah ihracatının %42’sini tek başına gerçekleştirerek “en büyük tedarikçi” konumunu korumuştur. F-35 Savaş Uçakları: ABD, dönem içinde 249’u F-35 modeli olmak üzere toplam 420 savaş uçağı satmış, bu satışlar ABD’nin tüm silah ihracatının %24’ünü oluşturmuştur. Silah İthalatı: Asya ve Okyanusya bölgeleri, %37 ile en çok silah ithal eden bölge olmuştur. Avrupa’nın silah ithalatı ise bir önceki döneme kıyasla %94 artmıştır. Başlıca İthalatçılar: Hindistan, Suudi Arabistan (SA), Katar, Ukrayna ve Pakistan, silah ithalatında ilk beş sırada yer almıştır. Suudi Arabistan’ nın 2030 reform vizyonu ile silahlanmadaki artan ithalatı ayrıca değerlendirilecek bir husustur.

Silah ticareti bir yandan devletlerin güvenlik ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla meşru bir alışveriş olarak görülürken, diğer yandan çatışmaların uzamasına ve yeni çatışma alanlarının oluşmasına yol açarak barışı tehdit etmektedir. Son beş yılda, büyük ölçekli uluslararası silah satışlarının, önceki beş yıllık dönemlere kıyasla önemli dalgalanmalar göstermesi, uluslararası arenadaki güvensizlik ve rekabetin bir yansımasıdır. Bu döngüsel artış ve azalışlar, bölgesel güç dengelerinin sürekli bir değişim içinde olduğunu ve bu durumun, özellikle kriz bölgelerindeki istikrarsızlığı körüklediğini göstermektedir.

Jeopolitik Rekabetin Yeni Boyutları

ABD, Rusya, Çin gibi süper güçlerin yanı sıra, Fransa ve Almanya gibi geleneksel silah ihracatçıları, silah ticaretindeki lider konumlarını sürdürmektedir. Bu liderlik, sadece ekonomik bir üstünlük değil, aynı zamanda jeopolitik bir etki aracı olarak kullanılmaktadır. Silah ihracatı, alıcı ülkelerle stratejik ittifaklar kurma, bölgesel çıkarlarını savunma ve uluslararası politikada söz sahibi olma yolunda önemli bir araçtır. Örneğin, ABD’nin Orta Doğu ve Asya-Pasifik bölgesine yaptığı ihracat, bu bölgelerdeki güvenlik ve nüfuz politikalarının bir parçası olarak değerlendirilmektedir.

Barışın Gölgeleri: Silahlanma ve Çatışmalar

Rapor, silah ticaretinin ve artan savunma harcamalarının çatışma bölgelerindeki insani maliyetine de ışık tutuyor. Silahların kolay erişilebilirliği, çatışmaların şiddetlenmesine, uzamasına ve sivillerin zarar görmesine yol açmaktadır. Ukrayna’daki savaş, Orta Doğu’daki sürekli gerilimler ve Hindistan ile Pakistan arasındaki çekişmeler, silahlanmanın ve dış müdahalenin barış ve istikrar üzerindeki olumsuz etkilerine dair canlı örnekler sunmaktadır.

Geleceğe Bakış: Umutlar ve Tehditler

Rapor, silah ticaretinin geleceğine dair bazı önemli öngörülerde bulunurken, aynı zamanda barışa ulaşmak için uluslararası iş birliğinin önemini vurgulamaktadır. Silahlanma yarışının kontrol altına alınması, sürdürülebilir barışın sağlanmasında kritik bir adımdır. Bu süreçte, silah ticaretini düzenleyen uluslararası anlaşmaların güçlendirilmesi, silahsızlanma ve güvenlik politikalarının yeniden gözden geçirilmesi önem taşımaktadır.

Dünya Nükleer Kuvvetine Kısa Bir Bakış

SIPRI  (Erişim: 18.03.2024 https://www.sipri.org/yearbook/2023/07) raporundan elde edilen verilere göre:

Dünya nükleer kuvvetlerine ilişkin özet, 2023 yılı itibarıyla, dünya genelinde dokuz ülkenin – Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, Birleşik Krallık, Fransa, Çin, Hindistan, Pakistan, Kuzey Kore ve İsrail – toplamda yaklaşık 12.512 nükleer savaş başlığına sahip olduğunu göstermektedir. Bu savaş başlıklarından 9.576’sı potansiyel olarak operasyonel durumda olup, bunların tahmini 3.844’ü aktif güçlerle konuşlandırılmış ve yaklaşık 2.000’i yüksek operasyonel alarm durumunda tutulmaktadır.

Nükleer cephaneliklerin genel sayısı düşmeye devam ederken, bu azalmanın temel nedeni, ABD ve Rusya’nın kullanım dışı savaş başlıklarını imha etmesidir. Bununla birlikte, operasyonel savaş başlıklarının küresel sayısı artmaya başlamıştır. Hem ABD hem de Rusya, nükleer kuvvetlerini modernize etme ve genişletme yönünde kapsamlı ve maliyetli programlara sahiptir.

Çin, nükleer cephaneliğini önemli ölçüde modernize etmekte ve genişletmekte olup, önümüzdeki on yıl içinde stokunun artmaya devam etmesi beklenmektedir. Bazı tahminler, Çin’in bu dönemde ABD veya Rusya ile benzer sayıda kıtalararası balistik füze (ICBM) konuşlandıracağını öne sürse de, Çin’in genel nükleer savaş başlığı stoğunun hâlâ bu iki ülkenin her birinden daha az olacağı tahmin edilmektedir.

Diğer nükleer silahlı devletler, daha küçük cephaneliklere sahip olmalarına rağmen, yeni silah sistemleri geliştirme veya konuşlandırma sürecindedirler. Hem Hindistan hem de Pakistan nükleer stoklarını artırmakta, İngiltere ise cephaneliğini genişletme planlarını duyurmuştur. Kuzey Kore’nin askeri nükleer programı, ulusal güvenlik stratejisinin merkezinde kalmaya devam etmekte ve ülke, 30’a kadar nükleer silah toplamış olabilir. Kuzey Kore, 2022’de rekor sayıda balistik füze testi gerçekleştirerek, tek bir yılda en yüksek test sayısına ulaşmıştır. İsrail ise nükleer belirsizlik politikasını sürdürerek, nükleer silahlarının sayısı ve özellikleri hakkında ciddi belirsizlikler bırakmaktadır.

Bu durum Dünya genelindeki nükleer silahların durumu ve geleceğe dair potansiyel trendler hakkında önemli bir bakış sunmaktadır. Nükleer silahların yayılmasının veodernizasyonunun, uluslararası güvenlik üzerindeki etkileri, nükleer silahsızlanma ve kontrol çabaları açısından ciddi önem taşımaktadır.

Sonuç:

Dünya tarihinde, nükleer silahların icadı ve yayılması, insanlığın karşı karşıya kaldığı en büyük tehditlerden biri olarak öne çıkmış, bu tehdit insanlık için potansiyel bir yok oluş senaryosunu işaret etmektedir. Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü (SIPRI) tarafından yayımlanan “Uluslararası Silah Transferindeki Eğilimler-2023” başlıklı rapor, günümüzde devam eden silahlanma eğilimlerini detaylandırırken, bu tehdidin sadece konvansiyonel silahlarla sınırlı olmadığını, aynı zamanda nükleer silahların yayılmasının da ciddi bir endişe kaynağı olduğunu vurgulamaktadır. Nükleer silahların varlığı, dünya barışı ve güvenliğine yönelik tehdidi katbekat artırırken, bu durum, silahsızlanma ve uluslararası iş birliğinin önemini daha da artırmaktadır.

Albert Einstein’ın, “Nükleer silahların varlığı bizi, bir sonraki savaşın taşlar ve sopalarla yapılacağı bir dünyaya geri götürebilir” şeklindeki uyarısı, nükleer silahların yıkıcı potansiyeline dair derin bir içgörü sunmakla kalmaz; bu yıkıcı gücün, insanlığın kendi kendini yok etme kapasitesini ifade eder. B u nedenle, dünya barışının sürdürülmesinde uzlaşı ve iş birliğine dayalı yaklaşımların önemini öne çıkarmaktadır.

J. Robert Oppenheimer, nükleer bombanın babası olarak bilinirken, “Şimdi ben ölümün tanrısı oldum” sözleriyle nükleer silahların yarattığı tehlikeye dramatik bir ruh haliyle dikkat çekmiştir. Bu tehlike, uluslararası ilişkiler ve güvenlik politikalarında yeni bir dönemi işaret ederken, silah kontrolü ve nükleer silahsızlanma çabalarının önemini artırmıştır.

Kenneth Waltz gibi realist teorisyenler, nükleer caydırıcılığın savaşı önleyebileceğini ve böylece uluslararası istikrarı sağlayabileceğini savunsa da bu yaklaşım, yanlışlıkla veya hesaplamadaki hatalar sonucu nükleer bir çatışmaya yol açma riskini göz ardı etmesiyle yanlışlanmaya çok müsait bir teoridir. Bu nedenle, John H. Herz’in “Güvenlik Paradoksu” teorisi gibi düşünceler, silahlanmanın aslında güvenlik hissini artırmak yerine, artan tehdit algılarına ve dolayısıyla daha fazla silahlanmaya yol açtığını vurgular.

Uluslararası ilişkilerde uzlaşı ve iş birliği, nükleer tehdidin yönetilmesi ve azaltılması için hayati öneme sahiptir. Bu bağlamda, geçmiş dönemlerde Mikhail Gorbachev ve Ronald Reagan’ın Soğuk Savaş döneminde imzaladıkları Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması (INF), nükleer silahların kontrol altına alınabileceği ve azaltılabileceği yönünde önemli bir adım olarak kabul edilir. Bu tür anlaşmalar, uluslararası toplumun nükleer silahların yayılmasını önleme ve dünya barışını koruma konusundaki kararlılığını göstermektedir.

Sonuç olarak, dünya barışının ve uluslararası istikrarın korunması, sadece konvansiyonel silahların kontrol altına alınmasından değil, aynı zamanda nükleer silahların yayılmasının önlenmesi ve var olanların azaltılması çabalarından geçmektedir. Uluslararası toplumun bu yöndeki iş birliği ve diyalog çabaları, nükleer tehdidin azaltılması ve sonuçta insanlığın ortak geleceğinin korunması için elzemdir. Bu çabalar, sadece hükümetler ve uluslararası kuruluşlar arasında değil, aynı zamanda sivil toplum, akademik çevreler ve bireyler arasında da güçlü bir iş birliği ve diyalog kültürü oluşturarak sürdürülmelidir.

18.03.2024

Mert ÜNSAL, Ma

Uİ Analist

Sosyal Medyada Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

BENZER İÇERİKLER