GİRİŞ
Post-modern dinamikler üzerinden yeniden organize edilen uluslararası ilişkiler, tarihsel süreç içerisinde mevcut dinamizmini koruyarak yeni bir perspektif kazanmış durumda. Siyasi-askeri temelli oluşturulan ve yoğun mobilizasyon gücünü bu mevcut stratejilerden alan ulus devletlerin özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası yeniden meydana getirdiği ve Polanyi’nin de Büyük Dönüşüm olarak adlandırdığı sistem ise hızla işlevsizleşmeye devam ediyor. Mevcut sistemin iç dinamikler içerisinden gerek bürokratik gerekse sosyolojik olarak yeniden üretilmesi, bu doğrultuda minimalize edilen ulus-devlet yapıları üzerinden gerçekleşiyor. Daha doğrusu bu sonuca ulus-üstü kuruluşların ulus devletlerle ilişkisinde elinde bulundurduğu gücün değerlendirilmesi sonucu ulaşmış bulunmaktayız ve 21. yüzyıl uluslararası ilişkiler ağını bu pencereden yorumluyoruz. Ancak tam da bu noktada özellile Habermas’tan yola çıkarak, sermayenin millileşmesinin kaçınılmaz olduğunu, ve milli devlet yapılanmasının ulus-üstü aktörler karşısında yerine ikâmesi mümkün olmayan temel güçlerin uluslararası sistemde ve ağ yaklaşımlarında vazgeçilemez rolü günümüzde Balkan coğrafyası ve özelinde Bosna Hersek’te bir kez daha ortaya çıkıyor.
Son dönemde tüm ülkelerin güncel siyasetinin, kısa-uzun dönem politikalarının dalgalı olarak da konusu haline gelen Bosna Hersek’in yeni bir kaosla karşı karşıya kalması, 1992-1995 savaş dönemi sonrası ilk kez bu kadar derinden ve ciddi hissedilmeye başlandı. Mevcut kaos ihtimalinin rutin ve populist söylem anlayışının dışına çıkabileceğini bugün rahatlıkla konuşabiliyoruz. Bu hususta girişte bahsetmeye çalıştığımız, esasında ulus-üstü aktörlerin(firmalar, büyük ölçekli küresel sermaye kuruluşları vb.) milli çıkarlar doğrultusunda hareket alanı bulduğunu dile getirerek yorumlamalar ve çıkarımlar yapmaya devam ediliyor. Ortaya konan tüm sonuç, ihtimal ve değerlendirmeler şüphesiz ki yerinde ve doğru. Zira bugün Bosna Hersek örneği üzerinde inceleme ve yorumlama yaparken aslında teorik olarak sona erdiği söylenen ancak tüm uluslararası diplomasi ve stratejilerin yeniden üretim aşamasında başat konumda olan iki kutuplu dünyanın güçlü aktörleri Rusya-ABD ve ek olarak Avrupa’nın muhteviyatında bulunmadığı incelemeler, analizler yapmak neredeyse imkânsız. Özellikle Modelski’nin Başat Güç Teorisi’nin 21. yüzyıldaki en son örneği olan Çin’in de artık güçlü ve sürdürülebilir stratejik gücünü her gün büyütmeye devam eden win-win politikası, Balkan coğrafyası ve Bosna Hersek’tek mevcut formülasyonun içinde yer alıyor.
SC OLUŞUMU GELECEK PERSPEKTİFİ
Ancak bugün ayrılıkçı söylemleri ile gündeme gelen, bir zamanların Radovan Karadžić düşmanı, demokrat Sırbı ve en önemlisi de Dayton’un gerçek savunucusu Dodik’in ortaya koymak istediği yeni dönem stratejilerini daha gerçekçi temeller üzerinde analiz edebilmemiz için Bosna Hersek içerisinde yer alan entite düzeyindeki Sırp Cumhuriyeti’nin yapısını ve korporatizm çerçevesinde oluşturulmaya çalışılan politikalarını incelememiz gerek. Entite düzeyideki Sırp Cumhuriyeti’nin, Balkan coğrafyasının adeta bir kaderi olan irredentist stratejiler göz önüne alındığında arzuladığı hedefler zaten açık şekilde ortada.
Tarihsel süreç içerisinde irredentist ve özellikle temel dinamiği klerikalist politikaların dönemsel olarak kendini yeniden üretmesi neticesinde Bosna Hersek üzerinde hem Hırvat hem de Sırp yanlısı ayrılık tehditleri var olmaya devam ediyor. Son dönemde Bosnalı Hırvatların aslında Dodik kadar tehlikeli olup özellikle Türkiye siyasetinde fazla gündemde tutulmayan ayrılıkçı lideri Dragan Čović’in seçim yasasında gereken revizyonun sağlanmaması durumunda ülkeden ayrılmayı planladıkları, söylemsel olarak da canlılığını koruyor. Ancak bu konuda daha keskin ve radikal politikalar izleyen Sırp tarafının ülke içi siyasetini kaosa sürükleyen Yüksek Temsilci’nin kaybolan meşruiyetinden yola çıkarak ayrılık hazırlıkları yapması ve bunu Pale’de resmiyete dökmeleri Bosna Hersek’in şuan en önemli tehdidi. Sözünü ettiğimiz ayrılıkçı söylemlerin her iki taraf için de tarihsel olarak devam etmesi özellikle 1992’den itibaren devam ediyor. O dönemde Karadağ Başbakanı olan Krsmanović’in Tucman-Čosić’in gizli anlaşmasını ortaya koyması ve bu anlaşmadan Bosna Hersek topraklarının büyük çoğunluğunun Hırvat ve Sırp tarafına bırakılması neticesinde çok küçük bir tampon ülke olacak şekilde Bosna devletinin oluşturulmak istenmesi de ne yazık ki hâlâ gündemde. Nitekim geçtiğimiz aylarda non-paper adıyla gündeme düşen ancak Janez Janša’nın reddettiği bu belge biraz önce bahsettiğimiz hedeflerin 21. yüzyıla yansımasını ortaya koydu.
Kırmızı bölgeler Sırp Cumhuriyeti
Dayton Antlaşması’nın temelini oluşturuan ve Cenevre Görüşmeleri neticesinde Birleşmiş Milletler ve Avrupa Topluluğu temsilcileri Cyrus Vance ve Lord Owen’ın girişmleri ile oluşturulan yeni planı esasında Boşnak ve Hırvatların kabul edip, Bosnalı Sırp siyasilerinin reddetmesi Sırp Cumhuriyeti’nin günümü siyasetinin de temel yapı taşlarını oluşturdu. Çünkü eyaletlerin/entitelerin uluslararası yetkiye sahip olması ve devlet düzeyinde çok küçük temsili yetkilerin bulundurulması bugün de Bosnalı Sırp liderlerin temel gündem maddesi olmaya devam ediyor. Ek olarak sanayi kentlerinin antlşama sonucu yine Boşnak tarafına bırakılma planı ve Bosnalı Sırp siyasilerin bunu kat’i şekilde reddeden söylemleri yine günümüz Sırp Cumhuriyet siyaseti’nin ana stratejilerini meydana getiriyor. Çünkü bugün ayrılıkçı söylemlerinde ısrarcı olan ve bunları güçlü politikalar üzerinde oluşturmak isteyen Sırp Cumhuriyeti’nin hem bürokratik hem de özel sektör/yerli burjuvazi özelinde milli tekelleşmenin önünü açabilecek kararları alması söz konusu. Bu durumda devlet yapılanması içerisinde Sırp Cumhuriyeti’nin kamu politikalarının oluşumu ve bu politikaların hayata geçirilmesi sonrası sürdürülebilirliğinin sağlanmasının ancak bir ‘bürokratik-korporatizm’ ile sağlanabileceğinin farkında olması, mevcut kaosun doğru yorumlanması açısından elzem durumda. Sözü edilen önemli dinamiğin sağlamasını, doğrulamasını bugün tarihsel arka planda yapmak da mümkün. Bosna Hersek siyasetinin doğru okunması ve analiz edilmesi açısından Yugoslavya Sosyalist Fedarl Cumhuriyeti Siyasi Tarihi’nin vazgeçilmez olması, gereken doğrulamayı da ortaya koyuyor. Öz yönetimli sosyalizm, pazar sosyalizmi gibi dinamikler üzerinden uluslararası sistemde güçlü bir üçüncü aktör olarak yer alan Yugoslavya’nın devlet sistematiğinde işletmelerdeki teknokrat-bürokrat baskısının ve atomize olan sosyalist yapı neticesinde işçiden kopuşla birlikte kamuda ve bürokraside şovenist-ideolojik temelli tekelleşmenin güçlü,milli bir sermaye sınıfı oluşturma planı bugün Sırp Cumhuriyeti özelinde yeniden kendini üretiyor. Peki nasıl? Bu durumu daha iyi analiz edebilmek adına birkaç temel hususu açıklığa kavuşturmamız gerekiyor.
ÖNEMLİ AKTÖR MILORAD DODİK
Mevcut ayrılıkçı ve kaotik politikaların hem devlet düzeyinde hem de entite düzeyinde öncüsü olan Milorad Dodik’in doğru tanımlanması gelecek dönem Sırp Cumhuriyeti strateji ve politikalarını daha iyi okumamızı sağlayacaktır. Bosna’daki Sırplığın merkezi Banja Luka’lı olan ve tüm Sırpların merkezi Belgrad Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi çıkışlı olan Dodik’in şüphesi Bosnalı Sırplar için karizmatik ve öncü lider olması kaçınılmaz. Belediye encümenliğinden devlet düzeyindeki Başkanlık Konseyi üyeliğine kadar giden süreçte Dodik’in yaşadığı değişim ve dönüşümün temelleri sadece şovenist ideolojik temelli değil. Demokratik ilkelerin hâlâ parti manifestosunda yer aldığı SNSD’nin(Savez Nezavisnih Socialdemokrata-Bağımsız Sosyal Demokratlar İttifakı) 1996’dan itibaren Dodik liderliğindeki politikaları öncelikli olarak Dayton’un korunmasına yönelikti. Bu hususta Dayton’un sözü ve ruhu ayrımının yapıldığı Bosna Hersek’te bugün Bosnalı Sırp siyasilerin ve özellikle Milorad Dodikin ‘söz’ kavramı üzerinde durması, Dodik’in ortaya koyduğu siyasi stratejilerin kırılmasını ve dönüşümlerini ortaya koyuyor. Dayton’un ruhu esasında antlaşmanın ülke içerisinde kaosu dindirip refahsal artışı sağlaması ve neticesinde barışı tesis etmesi sonucu antlaşmanın daha adil şekilde güncellenmesini savunan bir görüş. Dayton’un sözü ise antlaşmanın temeline bağlı kalınması gerektiğini, yani devlet düzetindeki yetkilerin çok sembolik düzeyde kalması ve entite düzeyindeki yetkilerin çok kuvvetli olmasını savunmatadır. Dodik, demokrat çizgide ilerlerken antlaşmanın ruhu savunuculuğunu söylemsel olarak da dile getiriyordu anck bugünse antlaşmanın sözüne sıkı sıkıya bağlı bir siyasi lider profili çiziyor. Entite düzeyindeki yetkilerinin çok güçlü kılınması, esasında entiteyi bir devlet mekanizması olarak yeniden tüm kurumları ile birlikte üretmeyi ve halk nezdinde meşruiyetini de ‘tarihsel süreç içerisinde hep ezilen, mağdur edilen Sırpların tarihsel haklarının geri alınması’ ilkesini halka mobilize edilmesini amaçlıyor. Bahsettiğimiz mobilizasyon sürecinin başarılı şekilde ilerlemesi neticesinde de devlet aygıtının halkla bütünleşmesi, Bosna Hersek’ten ayrılma hakkını meydana getirmesini tetikliyor. Özellikle Bosna Hersek devlet mekanizmasının da üzerinde bulunan ve devlet kararlarını ilgâ etme, devlet adamlarını görevden alma yetkilerini uhdesinde bulunduran Yüksek Temsilcilik Ofisi’nin başındaki temsilcinin Rusya ve Çin vetosuna rağmen seçilmesi, meşruiyet sorunu doğuruyor. Dodik’in bugün antlaşmanın sözüne sıkı sıkıya bağlı kalmasını sağlayan en önemli etkenler arasında da bu meşruiyet sorunu mevcut.
Milorad Dodik
Dodik’in ortaya çıkan meşruiyet sorununa karşı, ciddi adımlar attığını ve meşruiyetsizliği, aslında yasal olarak karşı bir meşruiyetsizlikle karşılaması, Sırp Cumhuriyeti’nin meclisinde alınan kararlarda görülebiliyor. Bu hususa iki noktadan yaklaşarak Dodik’in hem meşru olmayan yasal adımını ortaya koyabiliriz hem de Dodik’in sözde devleti inşa aşamasındaki temel stratejilerini ve bu stratejiler neticesinde kurduğu yeni ittifak ve ilişkileri yorumlayabiliriz.
Birincisi, entite düzeyindeki Sırp Cumhuriyeti Meclisi’nin Bosna Hersek’in yargı kurumları hakkında aldığı kararlardan birisi, Bosna Hersek HSYK Yasası’nın Sırp Cumhuriyeti HSYK Yasası’nın yürürlüğe girmesi itibari ile Sırp Cumhuriyeti topraklarında uyglanmayacağıdır. Bu doğrultuda Sırp Cumhuriyeti Meclisi’nin aldığı bu kararın kendi entite anayasası ile çelişmesi söz konusu. Zirâ, Sırp Cumhuriyeti Anayasası’nın 121. maddesinin a bendi Anayasa Mahkemesi yargıçları dışındaki yargıçların atanmasını engelliyor. Dodik, ortaya çıkan çelişkinin farkında ve Yüksek Temsilcinin sahip olduğu meşruiyetsizliği öne sürerek yasal olmayan sözde yasal adımları atmaktan geri durmuyor.
İkinci önemli nokta, Sırp Meclisi’nin yeni aldığı kararların içerisinde dolaylı vergilendirme yetkisinin devlet düzeyinden entite düzeyine aktarılması. Aslında bahsettiğimiz bu iki örnek de 2003-2005 yılları arasında entite düzeyinden devlet düzeyine aktarılmıştı ve bunun en önemli sebebi Bosna Hersek’in devlet mekanizmasının güçlendirilerek demokratik ve refah düzeyinin yüksek olduğu yapının inşa edilmesinin amaçlanmasıydı. Ancak tekrardan sürecin, kırmızı çizgilerle başa dönmesi önceki süreçlerdeki gibi Dayton’u dolayısıyla barış tehlikeye sokabilecek düşük olasılıklı durumlarla eş değer değil. Öncekilerden farklı olarak Dodik, bu sefer Rusya’nın da yönlendirmesi ile sermaye gücünün devlet mekanizmasının gücünü ve radikalizmini artıracak stratejileri hayata geçirme niyetinde. Rus istihbaratının büyük oranda bugün Sırp Cumhuriyeti’ne kayması bunun en önemli göstergesi konumunda. Peki dolaylı vergilendirme yetkisinin mevcut ve güçlendirilmiş yeni kırmızı çizgiler ışığında ne gibi önemli aşamaları ve sonuçları olabilir? Soruya daha sağlıklı cevap verebilmek adına, Rusya ve Macaristan ile bugün Sırp Cumhuriyeti lideri Milorad Dodik’n yürüttüğü diplomasi önem arz ediyor.
Dodik ve Putin
Rusya perspektifinden, Türk Akımı projesi’nin bugün re-route planı perspektifinden Sırbistan’a giden yol ağının Sırp Cumhuriyeti sınırlarından geçmesi, günümüz reel uluslararası politika ve stratejilerini belirleyen enerji politikaları göz önüne alındığında Sırp Cumhuriyeti’nin elini oldukça kuvvetlendiriyor. Dodik, dolaylı vergilendirme yetkisinin tamamen Sırp entiteis uhdesinde toplanması ile tekelleşen milli Sırp burjuvazisi/sermayesi ile öncelikle entitenin dışa bağımlılığını kesme hedefinde. Bu bağımlılığın ise sona erdirilmesi de neticesinde bir ayrılık ihtimalini ortadan kaldırıp doğrudan bir bağımsızlık ilânını meydana getirebilir. Rusya’nın da 21. yüzyıl enerji politikalarındaki gücünü kendisine bağımlı olan Avrupa Birliği’ne ve belirli aşamalarda ABD’ye karşı kullanarak Kırım üzerindeki ilhak politikasında hareket alanını tam anlamıyla genişletmek hedefinde olduğunu söyleyebiliriz.
Macaristan Başbakanı Viktor Orbán’ın da Dodik’in yeni müttefiki haline gelmesi çoğu kimsenin beklemediği bir ittifak anlayışı oldu. Orbán, bugün AB içerisinde Sırp entitesinin en önemli savunucusu durumda ve bu savunuculuk büyük bir yaptırım gücüne sahip olan AB’nin Sırp entitesi ve Dodik’e yaptırım uygulamasını engelliyor. Geçtiğimiz günlerde Orbán-Dodik ittifakının temel dinamiklerinden birini ortaya koyan SDS(Sırpska Demokratska Stranka-Sırp Demokrat Partisi) Milletvekili Nebojsa Vukanović, bu ittifakın temelinde Sırp Cumhuriyeti’nde bulunan ve entiteye bağlı Trebinje merkezli Elektroprivreda Republike Srpske enerji şirketinin hisselerinin %70’nin Macar şirketlerine satılması bulunduğunu ifade etti. Bu noktada, Bosna Hersek’in işveren bakımından en büyük ikini şirketi konumunda bulunan Elektroprivreda Republike Srpske’nin güneş enerjisi santrallerinin satışı ile Orbán-Dodik ittifakının win-win perspektifli bir politika ve strateji yürüttüğü açıkça görülüyor. Orbán’ın, büyük bir enerji ihtiyacı olan AB içerisinde yükske enerji talebine karşılık kendi bünyesinde bu talebi karşılama girişimi, Dodik’in ise devlet mekanizmasının hareket alanını genişletecek ve radikalizmini güçlü kılacak sermayenin ülkeye girmesi ile bağımsızlık yolundaki adımları ittifakın en önemli ortak noktasını oluşturuyor.
Viktor Orbán
SONUÇ
Küresel, uluslararası politikaların, diplomasinin yerelden küresele doğru bir anlayış çerçevesinde yeniden organize edilmesi post-modern dönemde milliyetçi yaklaşımları da mikro-milliyetçi bir perspektife dönüştürüyor. Ortaya çıkan miko-milliyetçiliğin özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası modern dönemde ortaya çıkan milliyetçi anlayıştan daha güçlü ve sürdürülebilir olduğu anlaşılıyor. Çünkü İkinci Dünya Savaşı sonrası modern dönemde ortaya çıkan milliyetçiliğin devletçilik temelinden güç alması, devlet yapılarının hızlı küreselleşme sonrası minimalize edilmesi sonucu büyük bir kayba uğradı. Özellikle ulus-üstü aktörlerin diplomasi, uluslararası ilişkilerde başat güç olarak yer almaya başlaması mikro-milliyetçiliğin daha fazla sürdürülebilir olduğunu gün yüzüne çıkarıyor. Habermas’ın küreselleşme neticesinde ulus devletlerin geleceğini yorumlada sermayenin milli devletler bağımlılığını bugün mikro yapılar üzerinden okuyabiliriz. Bunun en önemli örneğini ise Bosna Hersek’teki kaos oluşturuyor. Dodik, Sırp Cumhuriyeti ve bu kesişimin gelecek strateji ve politikalarını, mikro-milliyetçiliğin küresel enerji politikaları üzerinden yeniden üretip sağlamlaştıracağı artık âşikar. Bugün kaos söyleminin bu kadar ciddi şekilde ülke gündemlerinde var olması da AB’nin mevcut enerji ihtiyacı açısından bağımlı halde kalmasından kaynaklı.
RUBASAM BOSNA-HERSEK UZMANI
MUHAMMED ENES DANALIOĞLU / 28.12.2021