Uluslararası Hukukun Ortadoğu’daki İmtihanı

Yazar: Salih ASLANHAN

Editör: İrem KESKİN

Uluslararası Hukukun Ortadoğu’daki İmtihanı

Birleşmiş Milletlerin İşlevselliği: Gazze’de Ateşkes ve Kalıcı Barış

   Birleşmiş Milletler, son günlerde Gazze’deki durumu ele alan toplantılar gerçekleştirdi. Gazze’de ateşkesin sağlanması için gerçekleşen ilk toplantı ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplantısı oldu. Toplantıda Gazze’de şartsız ve kalıcı bir ateşkes için tasarı sunuldu. İnsani yardımların herhangi bir kısıtlamaya maruz bırakılmaması ve iki tarafın da tüm rehineleri serbest bırakmasını öngören tasarı, 14 üye tarafından onaylanırken ABD tarafından veto edildi. Veto kararının gerekçesi olarak ABD BM Büyükelçisi Dorothy Shea, böyle bir kararın diplomatik çabaların önüne geçeceğini ve Hamas’ı terör örgütü olarak tanımayan, Hamas’a yönelik bir kınama içermeyen önerilere de karşı çıkacağını ifade etti.

Görsel – aa.com.tr ABD’nin BMGK’deki vetosunun ardından BM Genel Kurulu’nda Gazze için karar tasarısı oylanacak

   Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplantısındaki veto kararı sebebiyle bir sonuca varamayan BM, Genel Kurul toplantısında mevcut tasarıyı yineledi. Genel Kurul’da tüm rehinelerin serbest bırakılması ve İsrail kuvvetlerinin Gazze’den çekilmesini öngören tasarı 149 ülkenin evet oyu ile onay aldı.

   Birleşmiş Milletler çatısı altında alınan kararların bağlayıcılığı ise değişkenlik göstermektedir. BM Sözleşmesi 39-51 maddelerince, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin sağlanması konusunda geniş yetkilere sahip olup, BM Sözleşmesini imzalayan devletler için bağlayıcı kararlar alabilmektedir. Her ne kadar Genel Kurul kararları bağlayıcılığa sahip olmayıp sadece tavsiye niteliği taşısalar da, Uluslararası güvenlik ve barışın sarsıldığı durumlarda BM’nin her türlü kararı önem arz etmektedir. BM Güvenlik Kuru yapısı beş daimi ve on geçici üyeden oluşmaktadır. İkinci dünya savaşının galibi olan bu beş devlet, Güvenlik Konseyinde veto hakkına sahiptir. Bir kararın tek bir ülke tarafından dahi veto edilmesi demek, kararın-tasarının onaylanmaması anlamına gelmektedir. Günümüzde bu veto sisteminin uluslararası düzendeki güç dengelerini yansıtıp yansıtmadığı konusunda da ciddi soru işaretleri oluşmuştur.

Madleen’in Vicdanı: Gazze’ye Uzanan İnsanlık Umudu

   Madleen gemisi, İsrail’in Gazze’ye yönelik ablukasını kırmak ve insanı yardım ulaştırmak amacıyla 12 kişilik mürettebatıyla, 1 Haziran’da İtalya’nın Catania kentinden yola çıktı. Özgürlük Filosu Koalisyonu (Freedom Flotilla Coalition) tarafından desteklenen bu gemi, bu amaçla hareket eden ilk gemi değildi. Bu yıl içerisinde Vicdan (Conscience) isimli bir gemiyle yola çıkılmış fakat gemi 2 Mayıs’ta Malta açıklarında drone saldırısına maruz kaldığı için başarıya ulaşamamış ve Madleen gemisi yeni misyon için yola çıkmıştır.

Görsel – ilkha.com Madleen gemisi bugün Gazze’ye ulaşacak

   Gemide bulunan 12 kişilik mürettebatın içinden öne çıkan isimler ise; İsveçli iklim aktivisti Greta Thunberg, Avrupa Parlamentosu Filistin kökenli Fransız Üyesi Rima Hassan ve Fransa Al-Jazeera Muhabiri Omar Faiad. İsveç, Fransa, Brezilya, Türkiye, İspanya, Holanda ve Almanya gibi farklı ülkelerden bir araya gelen tüm bu gönüllülerin amacı ise, Gazze’ye insanı yardım malzemeleri ulaştırmak, en büyük güvenlik önlemi olarak gördükleri uluslararası toplum ve medyanın desteğini almak ve nihai olarak başarıya ulaşmaktı fakat Madleen gemisi açık deniz niteliğindeki bir bölgede, İsrail’in hukuksuz müdahalesinden kurtulamadı.

   Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre, açık denizler tüm devletlerin serbestçe yararlanabileceği alanlardır. Bu serbesti, seyrüseferden bilimsel araştırmalara kadar birçok faaliyet alanını kapsamaktadır (BMDHS madde 87). Ayrıca Madleen gemisi bahsi geçen sözleşmede zikredilen “korsanlık, köle ticareti, izinsiz yayın, tabiiyetsizlik veya sahte bayrak taşıma” (madde 110) gibi aykırı durumlar kapsamında da bulunmadığı için ve söz konusu müdahale bir açık deniz alanında gerçekleştiği için, uluslararası hukuk nezdinde ele alınan bu maddeler gereğince hukuksuz olarak nitelendirilebilmektedir.

Yükselen Aslan Operasyonu: İran-İsrail Geriliminin Tezahürü

   İsrail, 13 Haziran’da Yükselen Aslan Operasyonu ile İran üzerindeki birçok nükleer ve askeri tesisi hedef alan bir hava saldırısı gerçekleştirdi. Gerçekleşen bu operasyonda çok sayıda tesis tahrip olurken nükleer programı konusunda uzman bilim insanları, üst düzey askeri yetkililer ve 20’ye yakın sivil de hayatını kaybetti. Aynı günün akşamı ise İran, İsrail’e bir dizi misilleme saldırısı gerçekleştirdi.

Görsel – tr.euronews.com İsrail’den İran’a ‘Yükselen Aslan Operasyonu: İranlı komutanlar ve nükleer bilimciler öldü

   İran ve İsrail, İran İslam Devrimi’ne kadar bölgede yakın ilişkilere sahip olmuş, ekonomik, askeri ve diplomatik birçok anlaşmada bulunmuşlardı. İslam Devrimi’nin gerçekleşmesiyle birlikte İran rejimi, Filistin’deki toprak işgali sebebiyle İsrail’i yok etme iddiasına bulunmuş ve bölgede Müslümanların hamiliğini kendine görev edinmişti. Yıllar boyu süren bu gerilimde İran, İsrail’e karşı birçok grubu desteklemiş ve iddiasını, her ne kadar çeşitli hava saldırıları gerçekleşmiş olsa da, topyekûn bir savaşa girmeden vekâlet savaşı ve bölgede kurmaya çalıştığı Şii Hilali ile kolektif güvenlik ve İsrail’i kuşatma stratejisi üzerinden sürdürdü.

   İran, İsrail’e karşı İslami söylemler üzerinden bir politika yürütürken, İsrail’de İran’ı kendisine karşı varoluşsal bir tehdit olarak algılıyor, bu tehdidin en büyük dayanağını ise İran’ın nükleer kapasitesi olarak ifade ediyordu. İsrail bu tehdidi ortadan kaldırmak için, 2010 yılından bu yana Stuxnet gibi siber saldırılar, nükleer tesislere yönelik hem fiziki sabotaj hem de siber saldırı yöntemlerini içeren saldırılar, çeşitli bilim insanlarına ve üst düzey yetkililere karşı nokta atışı suikastlar, 2024 yılında Şam İran konsolosluğunun bombalanması ve nihai olarak da Yükselen Aslan Operasyonunu gerçekleştirdi.

   İran’ın nükleer güce sahip olmak için çalışmalar yürüttüğü bilinse de, rejim bu programa karşı eleştirel bir tavır edinmiş ama yeri geldiğinde bir baskı aracı olarak kullanmayı da ihmal etmemişti. İran’ın nükleer kapasiteye sahip olması ise sadece İsrail’i değil bölgedeki birçok aktörü ve özellikle de ABD’yi endişelendiriyordu, bu sebeple Nisan 2025’te ABD-İran arasında nükleer program üzerine müzakere görüşmeleri başladı.  Başkan Donald Trump, müzakerelerin başlangıcında, İran’ın bir anlaşma sağlamak için iki ayı olduğunu vurgulamıştı. Geçtiğimiz günlerde ise Başkan Trump, İran ile bir anlaşmaya varmak istediklerini, olası bir İran-İsrail çatışmasından kaçınmak istediğini belirtmişti fakat İsrail’in olası bir saldırıyı da rahatlıkla gerçekleştirebileceğinin altını çizdi ve bölgedeki Amerikalıların tahliyesi için uyarıda bulundu. Başkan Trump’ın vermiş olduğu süre ise, İsrail’in saldırılara başladığı günden bir gün öncesinde sona erdi.

Görsel – istanbulticaretgazetesi.com  SON DAKİKA: Donald Trump’tan gerilimi tırmandıran İran açıklaması! ‘Daha acımasız olacak’

   Saldırıların gerçekleşmesinin ardından İran, ABD ile yapılması planlanan bir sonraki nükleer görüşmeyi iptal ettiğini açıkladı. ABD’den açıklama yapan bir yetkili ise görüşmelerin artık yapılmayacağını fakat görüşmelere bağlı kalınacağını ve İran’ın tekrar masaya oturmasını beklediklerini söyledi. İran ise son olarak bu diyalogun anlamsız olduğunu, ABD’nin bu saldırıya izin verdiğini ve müzakerelerin bilinçli olarak saldırılarla bölündüğünü vurguladı ve İsrail’in ağır bir bedel ödeyeceği şeklinde tehditlerde bulundu.

   İsrail’in uzun süredir bir saldırı hazırlığında olduğu gündemdeydi. Bu saldırıların ise kısa vadeli birkaç hava saldırısından ibaret olmayacağı, hâlihazırda “varoluşsal bir tehdit” olarak algılanan İran’ın hem nükleer kapasitesini hem de bölgedeki gücünü kırmak için uzun vadeli bir strateji olarak değerlendirilmesi gerektiğini ve bu noktada ABD’nin İsrail’e vereceği destek ve İran’ın nükleer kapasitesinden rahatsız olan aktörlerin tutumuyla, bölgede olası bir savaş olma ihtimali göz önünde bulunduruluyordu.

Görsel – bbc.com/turkce İran’ın nükleer tesisleri nerede ve hangileri saldırıya uğradı?

   Başbakan Netanyahu, saldırılara rağmen İran’ın çok kısa bir süre içinde nükleer silah üretebileceğini söylerken, İsrail’den bir askeri yetkili de “İran günler içinde 15 nükleer bomba yapmak için yeterli fisyon maddeye sahip” şeklinde açıklamada bulundu. İran’ın ise bu kriz ortamında, nükleer kapasitesini daha aktif olarak kullanacağı düşünülmektedir.

   BM’den bu saldırılara yönelik tepkiler gecikmedi. BM Nükleer Gözlemevi Başkanı Rafael Grossi ve BM yetkilileri, İsrail ve İran’ı bölgesel bir çatışmanın ortaya çıkmasını engellemek için itidalli olmaya davet etti. Ayrıca Grossi “İnsanlara ve çevreye zarar verebileceği için, şartlar ne olursa olsun nükleer tesislerine asla saldırılmamalı” şeklinde açıklamada bulundu. Güvenlik Konseyi toplantısında ise, İran temsilcisi Emir Said İravani, gerçekleşen bu saldırının açıkça bir savaş ilanı olduğunu, bu saldırıyı destekleyenlerin de bu savaşın sorumlusu olduğunu dile getirerek, uluslararası düzenin tehlike altında olduğun vurguladı. BM İsrail temsilcisi Danny Danon ise, saldırıları “ulusal savunma eylemi” olarak niteleyip İsrail halkının güvenliği için mücadeleye devam edileceğini söyledi.

Görsel – ntv.com.tr BMGK’da İsrail toplantısı: Rusya İran’a saldıran İsrail’i kınadı, ABD savundu

   BM Sözleşmesinin 2(4). Maddesi, bütün üye devletlerin uluslararası ilişkilerinde, herhangi bir biçimde kuvvet kullanma ve bunun tehdidinde bulunmaktan kaçınmalarını öngörür. Buna karşın 51. Madde ise, üye devletlerden herhangi birine bir silahlı saldırı olması durumunda, BM Güvenlik Konseyi gerekli tedbirleri alana kadar, bireysel ve kolektif meşru müdafaa hakkının korunduğunu, saldırıya meşru müdafaada bulunan üyelerin aldıkları önlemleri Güvenlik Konseyi’ne bildirmeleri gerektiğini ve Güvenlik Konseyinin uluslararası barışı korumak için her an eylemde bulunma yetkisinin mevcut olduğunu bildirir.

   Bu maddeler ışığında gerçekleşen saldırıların meşruiyeti ise henüz net bir durum kazanmış değil. İsrail’e ve İsrail’i destekleyen analizlere göre, İran’ın İsrail’e karşı politikası varoluşsal bir tehdit oluşturmaktadır ve buna karşı tedbir alınması gerekmektedir. Bunun tam tersi düşünenler ise, İsrail’in hukuksuzca saldırılarda bulunduğu, İran’ın ise meşru müdafaa hakkını kullandığını ileri sürmektedirler. Bu noktada kesin bir karara varılırken dikkat edilecek olan husus ise, saldırılardan önceki mevcut politikaların bir tehdit/saldırı olarak kabul edilip edilmeyeceği, İran’ın nükleer kapasitesinin ne şekilde değerlendirileceği ve İsrail’in daha önce çeşitli zamanlarda yaptığı müdahale ve kuvvet kullanımlarının uluslararası barışa ve diğer devletlere karşı tehdit olarak algılanıp algılanmayacağıdır.

Nihai Bir Değerlendirme

   Ortadoğu coğrafyasındaki mevcut krizler sadece bölge özelinde değil, uluslararası sistemde kanayan bir yara haline gelmiştir. Uluslararası sistemin yapısı mevcut güç dengelerini yansıtmamaktadır ve gün geçtikçe bu kriz sadece kendi çıkarlarını önceleyen aktörlerin elinde daha da derinleşmektedir. Beş büyük devletin uluslararası sistemde alınabilecek en önemli kararları bile, uluslararası barışın korunması olsa dahi, kendi çıkarları doğrultusunda veto etme yetkileri küresel düzeyde tartışmalara sebep olmaktadır. Uluslararası hukukun bağlayıcılık sorunu ise, uluslararası ilişkiler disiplininde halen tartışmalı bir konu olan “devletlerin egemenliği mi devletler üstü otoritenin varlığı mı” sorusunu gündeme getirmektedir. Eğer devletler uluslararası sistemdeki en üst meşru yapılar ise uluslararası hukuk veya herhangi bir sözleşme devletlerin kararları üzerinde etki sahibi olmamalıdır. Fakat bu durumun kesin bir kargaşaya sebep olacağı da aşikârdır bu sebeple devletlerin kuvvet kullanımı, uluslararası sistemin güvenliği ve uluslararası barışın sağlanması garanti altına alınmalıdır. Bu temel üzerine inşa edilen ikilem günümüz uluslararası hukukun bağlayıcılığı sorununu ve işlevselliğini en iyi şekilde ele almayı sağlamaktadır.

   Dünyada çeşitli krizler yoğun bir şekilde gündemdeki varlıklarını korumaya ederken, her geçen gün yeni krizler de mevcut olanlara dâhil olmaktadır. Uluslararası sistemdeki bu sorunlar ise akıllara 3. Dünya savaşı mı yeni soğuk savaş mı sorusunu getirmektedir. Paradigmalar mevcut düzenin var olan krizlerle başa çıkamadığını göstermektedir. Bu krizler ise mevcut sistemin ortadan kalktığının ve yeni bir düzenin oluşmaya başladığının göstergeleri olarak okunabilir. Yeni dünya düzeninde ise, mevcut tek kutuplu sistemden ve soğuk savaş döneminin iki kutuplu sisteminden ziyade, yükselen güçleri hesaba katan ve uluslararası sistemde artık söz sahibi olması gereken potansiyelleri de yansıtan çok kutuplu bir düzen öngörülmektedir. Bu düzenin yerleşmesinin ise konvansiyonel savaş veya güç yarışı şeklinde nitelenebilecek yeni bir soğuk savaş aracılığıyla değil, konvansiyonel yöntemlerin öneminin yadsınmadığı, fakat daha çok asimetrik tehditlerin öne çıktığı, devletlerin ana aktör olmaya devam ettiği fakat devlet dışı aktörlerin de etkisinin görüldüğü, fiziki sınırların artık pek bir anlam ifade etmediği, yükselen ekonomilerin söz sahibi olduğu, 21. Yüzyılın küreselleşen dünyasına uygun üçüncü bir yol üzerinden gerçekleşeceği öngörülmektedir.

Salih ASLANHAN

Kaynakça;

bbc.com

aljazeera.com

theguardian.com

jpost.com

https://www.turkishgreek.org/index.php/kuetuephane/item/153-unclos-turkish

https://www.un.org/en/about-us/un-charter/full-text

Sosyal Medyada Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

BENZER İÇERİKLER