Yerleşim Yerlerinde Askeri Operasyonlar – Şehirde Savaşla Yaşamak

“Günümüz savaşları her geçen gün başka bir operatif boyuta evrilmekte. Daha önceki yazılarımda savaşların geçirmiş olduğu tarihsel evrime ve değişimin zorunluluğu ilkelerine değinmiştik. Bu bölümdeki yazımızda ise askerlerin şehirdeki savaşlarına yani literatürdeki adıyla ‘Meskûn Mahallerde Muharebe’ konusuna bakacağız. Tarih boyunca savaşlar insanlık tarihinin önemli bir parçası olmuştur. İnsanlık geçmişi barış dönemlerinden daha çok savaş dönemleriyle yüzleşmek zorunda kalmıştır. Her ne kadar savaşın kazananı yoktur, insanlık kaybeder sözü hümanizmada yer bulsa da rasyonel gerçekler en fazla öldürenin, en fazla terörize yapanın ve en fazla karşı tarafı yıldıranın savaşları kazandığını göstermekte. Yahut ta Bertrand Russell’ın; ‘Savaş kimin haklı olduğuna değil, kimin güçsüz olduğuna karar verir.’ İfadesinde de anlam bulmakta. Tüm bu kelamların ışığında yine insanlık tarihi boyunca özellikle askerler tarafından yerleşim yerlerinin dışında gerçekleşmesi arzu edilen savaşlar bir şekilde gelip yerleşim yerlerinde de sivil, yaşlı, kadın, çocuk ayrımı yapmadan dehşetini saçmaya devam etmektedir.”

Süleyman Özmen

Giriş

“Kuşatmalar, şüpheli ve riskli saldırılar ve komplolar nedeniyle uzun ve maliyetli olduğu için güvenilmezdir. Romalılar şunu da anladılar ki, eğer düşman ordusu açık alanda bozguna uğratılırsa bir günde krallığı yıkılabilir. Oysa inatçı bir şehri kuşatmaya kalkarsanız savaşı kazanmak yıllar alabilir.”

Nicolo Machiavelli

Keza savaş sanatları konusunda Machiavelli’den daha popüler olduğunu düşündüğüm Sun Tzu da savaş planlaması yapılırken şehirlere saldırmanın son çare olarak başvurulmasını tavsiye etmiş ve “En kötü politika, şehirlere saldırmaktır” demiştir.

Soğuk savaşın bitmesi, teknolojik gelişmeler, küreselleşme ve 11 Eylül saldırıları ile ortaya çıkan tehdit türleri mücadele alanlarını, çatışma şekillerini ve güvenlik anlayışını değişime zorlamıştır. Geçen yüzyılda orduların stratejik anlamda konvansiyonel silahlarla gerçekleştirmiş oldukları klasik savaşlardaki çatışma alanı, günümüzde daha çok küçük silahlı birliklerin daha hareketli, daha taktiksel, daha hafif ama etkin silahların kullanıldığı meskun mahallerin daha fazla öne çıktığı savaşlara geçiş yaşanmasına ve bilinen anlamıyla muharebe sahasının çok seçenekli hale gelmesine yol açmıştır.

Günümüzde orduların yerini sofistike paralı askerler veya teröristler almakta. Modern askeri çatışmalar her geçen gün daha kaotik çatışma ortamlarına evrilmekte. Bugün uzmanlar bu evrilmenin olası sakıncalarından ve etkilerinden bahsetmekteler. Geçen yüzyılda ve öncesinde belli kurallar dahilinde adeta bir spor müsabakası gibi yapılan savaşlar günümüzde kural tanımamazlığın sınırlarını zorlamakta. Bilgi savaşı ve kitlesel ikna siyasetleri toplumları yeniden şekillendirirken merakla nasıl bir geçiş olabileceği uzmanlar tarafından öngörülmeye çalışıyor.

Yaşanan tüm bu gelişmeler ışığında konvansiyonel savaşların yerini düşük yoğunluklu çatışmalara bırakması ve buna bağlı olarak da meskûn mahallerin çatışmalarda daha da ön plana çıkacağını söyleyebiliriz. Ayrıca gelişen teknoloji, şehirlerin büyüme oranları ve nüfus yapısındaki değişimler ile insanların değer algılarındaki dönüşümlerin, ilerleyen süreçte gerilim ve kriz bölgelerinde artışa sebep olacağı düşünülmektedir.

Poyraz Gürson bir yazısında; “2025 yılında yani kısa bir süre sonra dünya nüfusunun yaklaşık olarak 5 milyarının şehirlerde yaşayacağı ve bu nüfusun %75’inin sahil şeritlerine 200 km. uzaklıktaki alanlar içerisine yerleşeceği ve bu bölgelerde konuşlanacağı değerlendirilmektedir. Yine çok uzak olmayan 2030’lu yıllarda ise dünya genelinde en az 40 büyük anakent bölgesinin oluşacağı tahmin edilmektedir. İkinci Dünya Savaşında, Avrupa kıtasındaki askerî çatışmaların %40’ının meskûn mahallerde meydana geldiği ve ABD Deniz Kuvvetleri’nin dünya çapında gerçekleştirdiği 250 denizaşırı askerî müdahalenin %90’ı farklı şehirlerde gerçekleştiği tespit edilmiştir.” İfadesini kullanmıştı.

Yukarıda sıralamış olduğumuz tüm bu bilgiler eşliğinde özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra değişen ve gelişen güvenlik parametrelerinin yaşanan son olaylarda da görüldüğü üzere meskûn mahallerle çok daha fazla ilişkili olacağı düşünülebilir.

Günümüzde Silahlı Çatışma Türleri

Günümüzdeki silahlı çatışma türleri iki ana gruba ayrılmaktadır ki bunlar;

  • Uluslararası silahlı çatışmalar,
  • İç silahlı çatışmalardır.

Güncel olarak yaşanan çatışmaların çoğu ise iç silahlı çatışmalardır. Geçtiğimiz yüzyıl içerisinde savaşların niteliğinin, uluslararası yapıdan iç silahlı çatışmalar yapısına dönüşümü ile birlikte, silahlı çatışma hukuku kuralları da bu duruma uyum sağlayacak birtakım gelişmeler göstermiştir. 1949 Cenevre Sözleşmeleri (CS) ve 1977 Ek Protokolleri (EP) bu uyum sürecinin bir sonucu olarak ortaya konmuştur. Ancak çatışma türünün ayrımı her zaman kolay olmayacaktır.

Uluslararası hukukun en tartışmalı konularından birisi olan iç silahlı çatışma ve onun uluslararasılaşması kapsamını oluşturmadaki zorluğa rağmen kavramsal olarak belirli bir olgunluğa ulaşmıştır. Devletlerin iç uyuşmazlıklarının belirlenmesinden terörizme kadar pek çok farklı yönüyle ele alınması gereken iç karışıklıkların sınırlı bir yansıması olan iç silahlı çatışma, iç savaş teriminin de yerini almıştır. İnsancıl hukuka ilişkin pek çok uluslararası hukuk belgesinde, savaş ifadesi yerine silahlı çatışma terimi kullanılmaktadır. Bu durum, geleneksel anlamıyla savaş kelimesinin somut olayların açıklanması ve düzenlenmesindeki yetersizliğinden kaynaklanmış olup “silahlı çatışma” kavramı mevcut problemlerin ortadan kaldırılması bakımından da tercih edilir olmuştur.

İç silahlı çatışma hukuksal anlamda belirli bir gelişim göstermiş, zaman içerisinde daha farklı düzenlemelerle farklı muhteviyatlar kazanmış, silahlı çatışmalar hukuku içerisinde belirli bir yer edinmiştir. Adından da anlaşılacağı üzere iç silahlı çatışmalar, genel olarak uluslararası nitelik taşımamaktadır. Bu çatışmalar aynı zamanda “uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmalar” olarak da ifade edilmektedir. Bununla beraber uluslararası hukukun gelmiş olduğu noktada, devletler, bir silahlı çatışmanın uluslararası nitelikte olmamasına dayanarak o silahlı çatışmaya tamamen kayıtsız kalmamaktadırlar. Dolayısıyla karşımıza “uluslararasılaşan iç silahlı çatışma” kavramı çıkmaktadır. Savaş, geçmiş yüzyıllarda, devletlerarası uyuşmazlıkların çözümünde ne kadar olağan bir yol olarak görülmekteyse bugün bir devletin ülkesindeki iç silahlı çatışmalar da o kadar uluslararası hukukun konusu olarak görülmektedir. Bu sebeple uluslararası silahlı çatışma ve iç silahlı çatışma kavramlarının birbirinden farklarının tespitinin yanı sıra, her iki kavramın ne kadar iç içe olduğunun da ortaya konması önem arz etmektedir.

Bu çatışmalar genelde ortak yönleri olmasına rağmen her ülkenin kendine has kültürel ve siyasi yapısı nedeniyle çoğunlukla öznel bir yapıya sahiptir. İç savaş her ne kadar bir ülkenin içindeki grupların silahlı çatışması olarak tanımlansa da ülke içindeki her silahlı çatışma iç savaş değildir.

Günümüzde bir şehrin kuşatılması hem taarruz eden hem de savunan taraf açısından ciddi sorunlar taşımaktadır. Askeri doktrinde en son yol olarak tercih edilmesi gerektiği belirtilen kuşatmalarda maksat savunan tarafın fiziksel ve psikolojik olarak yıpratılması ve temel insani ihtiyaçlardan yoksun bırakılmasıdır. Ancak bu durum, kuşatılan bölgedeki siviller için de ortaya çıkmakta ve belki de askeri birliklere nazaran daha fazla etkilemektedir. Siviller açısından olası sonuçlar değerlendirildiğinde ciddi insan hakları ve silahlı çatışma hukuku ihlalleri oluşması da yüksek ihtimaller arasındadır.

Meskûn Mahallerde Muharebe

Klasik askeri doktrinde meskûn mahallerde muharebe kavramı ilk olarak 1979 tarihli bir ABD Sahra Talimnamesi’nde ortaya konmuş olup, şehirlerin karmaşık, müstahkem ve riskli yapıları nedeniyle kaçınılması gereken bir tür olarak belirtilmiştir. Her ne kadar küresel eğilim şehirleşme yönünde olsa da batılı ordular meskûn mahal muharebelerini odak noktası yapma konusunda isteksiz davranmaktadırlar. Çünkü öğreti ve uygulamalar meskûn mahallere yapılacak bir müdahaleyi kesinlikle son çare olarak öne sürmektedir. Meskûn mahal muharebelerinin kendine has zorluklarının yanı sıra, uzun süreli harekâtın gerek mali yükü gerekse de teknolojik ve personel ihtiyaçları bu durumu daha net bir şekilde ortaya koymaktadır. Şehirler, sokaklar, doğal ve yapay engeller ile sivillerin varlığı askeri hedeflerin tespitinde birçok engel teşkil etmektedir. Bununla birlikte, askeri birlikler meskûn mahallerde harekât icra ederken silahlı çatışma hukuku kurallarına açık alanlardakine oranla çok daha fazla dikkat ve özen göstermek durumundadırlar. Dahası, meşru bir harekâtın varlığından bahsedebilmek için, karşı taraf ihlaller gerçekleştirse dahi silahlı çatışma hukuku kurallarına mutlak bir uyum gayesi ile hareket edilmelidir. Özellikle de askeri hedeflerin ve kullanılacak silah mühimmat sistemlerinin seçiminde sivillerin korunmasının birincil öncelik olduğu unutulmamalıdır.

Bununla birlikte birçok yazar gelecekteki savaşların artık şehirlerde gerçekleşeceğini belirtmektedir. Gelişen savaş teknolojisi, nüfus yoğunlukları, yapılaşma ve iskân, askerî harekâtın gereklilikleri gibi konular değerlendirildiğinde askerî harekâtın odak noktası kaçınılmaz olarak şehirler üzerinde toplanmaktadır. Diğer taraftan, özellikle ülke içerisindeki silahlı unsurlar açısından ise meskûn mahaller oldukça yüksek bir asimetrik etki oluşturmaktadır. Düzenli orduların teknolojik ve silah gücüne sahip olmayan bu unsurlar, askerî harekât açısından hayati önemi haiz olan arazi üstünlüğünü elde tutabilmek için açık alanlar yerine meskûn mahallerin karmaşık yapısını tercih etmektedir. Esasında bu tutum tamamen Gayri Nizami Harp (GNH) ilkeleriyle de uyumludur.

Açık alanda gerçekleştirilen bir konvansiyonel harp klasik doktrinde tercih edilen harekât şeklidir ve başarılı bir sonuca ulaşabilmek için oldukça fazla kaynak, eğitim ve mükemmel bir organizasyon gerektirir. Ancak bu tarz bir harekâtın taşıdığı zorluklar, işin içine meskûn mahaller girdiğinde katlanarak artmaktadır.

Yüksek binalar, altyapı kanalları ve tüneller açık alanda olmayan bir üçüncü boyutu harekât sahasına dâhil etmişlerdir. Sahip olunan teknolojik üstünlüğün de meskûn mahaldeki bir düşmana karşı fayda sağlayamadığı örneklere sıklıkla rastlamak mümkündür. Çatışma sahasını binaların içine taşınması ile birlikte komuta kontrol yapısının özellikle de yüksek seviyeli komutanlar için oldukça zor bir hale dönüşmesi, icra edilen faaliyete ilişkin anlık takibin ve sağlıklı veri akışının kaybolması sonuçları ile karşılaşılmaktadır. Bunun canlı örneğini Diyarbakır Sur’da yaşadığımız tecrübelerde görmekteyiz.

Tarihsel veriler, meskûn mahal operasyonlarının insan gücü yoğunluklu olarak gerçekleştiğini göstermiştir. Şehirlerin temizlenmesi ve elde tutulabilmesi için kullanılan piyade birlikleri sayılarının yüksek olması gereklidir. Klasik doktrinde taarruz eden taraf ve savunan taraf arasındaki 3’e 1 oranı meskûn mahallerde 9 ilâ 27’ye 1 gibi oranlara ulaşabilmektedir. Sırf bu oran bile olayın taktik anlamdaki zorluğunu ortaya çıkarmaktadır. Meskûn mahal muharebelerinde savunan taraf, belki de hayat boyu kazanılan bir tecrübe ile binaları, yolları, tünelleri ve diğer yapıları taarruz eden tarafa göre çok daha iyi seviyede biliyor olmanın avantajını taşımaktadır. Bu durum hem ateş üstünlüğünün sağlanması bakımından hem de hareket kabiliyetini artırması bakımından ciddi bir kuvvet çarpanı olarak etki etmektedir. Ancak taarruz edenin tüm riskleri ve oluşabilecek tepkileri göze alarak ağır silahlarla topyekûn yok etme operasyonu savunan tarafın bu avantajını kırabilir.

Savaşın şehirlere taşınması ile belirli bir harekât sahasından bahsetmek gittikçe zorlaşmaktadır. Günümüzde, gelişen teknolojiye bağlı olarak artık tüm şehir bir savaş alanı olabilmektedir. Eski zamanların kuşatmaları yerine artık sokakların çatışma alanlarına dönüştürüldüğü meskûn mahal muharebeleri vardır. Mevziler yerini evlere, irtibat hendekleri yerini yer altı kanallarına, karşılıklı düşman hatları ise yerini üç boyutlu bir savaş alanına bırakmıştır. Bu durumun gerekçesi, Onorato’nun Glaeser ve Sapphiro’dan aktardığı şekilde şöyle özetlenebilir. “Savaşlar ve şehirlerin gelişiminin ilk ve büyük ihtimalle en önemli kesişimi, tarih boyunca şehirlerin savunanlara ev sahipliği ve koruma sağlamış olmasıdır. Şehirlerin surlarla sağladığı koruma ile saldırıların sürekliliğine olanak sağlaması ve geniş sayıları barındırabilmesi, açık alanda tek başına bulunmaktan çok daha avantajlıdır. Esasen, dışarıdan gelen saldırılara karşı şehirlerin ikamet edenlerine sağladığı koruma zaman içerisinde bu kadar çok şehrin ortaya çıkışının da nedenidir.” Glaeser ve Sapphiro bu durumu “güvenli liman etkisi” olarak tanımlamıştır. Eski zamanlarda şehirlerin surlarının sağladığı koruma, gelişen teknoloji ile birlikte bir binanın duvarlarına kadar inmiştir. Ancak ister bir kalenin savunulması isterse de meskûn mahalde çatışan birliklerin harekâtı bakımından incelendiğinde, etrafı korunaklı bir alanın savunulması, açık alanda bir birliğin hareketine oranla çok daha fazla korunma fırsatı sağlayacaktır. Hal böyle olunca da taarruz eden taraf için kaçınılması gereken bir harekât sahası olan meskûn mahaller, savunan taraf için bir müstahkem mevzi konumuna gelmektedir.

Şehirler bir harekât alanı olarak kabul edildiğinde binalar, köprüler, duvarlar ve buna benzer yapılar doğrudan engel statüsü kazanırlar. Bu durum askeri anlamda zayıf olan tarafa hem mevzi üstünlüğü hem de hareket serbestisi kazandırır. Ayrıca sokakların düzensiz yapısı, binaların giriş çıkışlarındaki farklılıklar, yer altı ulaşım yolları ve sistemleri ve dikey yapılaşma harekât sahasındaki bilinmeyenleri katlayarak artırmakta ve taarruz durumunda bulunan tarafa planlama ve icrada oldukça büyük zorluklar yaratmaktadır.

Günümüzde meskûn mahallerde icra edilebilecek harekât türleri oldukça geniş bir yelpaze halini almıştır. Topyekûn askerî harekâttan insani yardıma, güvenli bölgeler oluşturmaktan tahliye koridorları teşkil etmeye kadar uzanan farklı harekât türleri her somut olayda bireysel bir inceleme ve değerlendirme ile harekâtın yürütülmesini gerektirmektedir. Harekâtın türüne ilave olarak, kullanılacak olan kuvvetin yapısı da münferit, çok uluslu, kurumlar arası nitelikte vb., icra edilecek harekâta ilişkin standartların belirlenmesini zorlaştırmaktadır. Klasik askerî harekâtın temel unsurlarından biri olan ateş ve manevra taktiğine ilave olarak meskûn mahallerde bir de boyut kavramı işin içine girmektedir.

Birliklerin sevk ve idaresi yüksek katlı yapılaşmaların getirdiği zorlukların yanı sıra, her şehrin kendine özgü yapısı ile daha da karmaşık bir hal almakta ve oldukça detaylı bir planlamayı zorunlu kılmaktadır. Ayrıca orduların da muhtelif imkân ve kabiliyetlere sahip sınıf ve türlerde birliklerden teşkil edilmesi gerekmektedir ki bu durum da personel ihtiyacı ve maliyet çarpanlarına ilave oluşturmaktadır. Bu durum ABD’li General Charles Krulak tarafından “askeri güçlerin, klasik bir savaş alanındaki bütün taktiksel zorluklarla, sadece üç blokluk bir alan içerisinde karşılaşabileceği” şeklinde ifade edilmiştir. Klasik harp doktrininin yüksek tempolu icrasına karşın meskûn mahallerde harekât baskın, hedef tespiti ve koordinasyon prensiplerinin bir karışımı şeklinde icra edilmektedir. Bu nedenle yoğun ateş gününe nazaran, yakın mesafe muharebeleri ön plana çıkmakta ve kullanılacak birliklerin teşkilinde birincil öncelik haline gelmektedir. Burada öne çıkan diğer önemli konu ise liderliktir. Küçük birlik komutanlığı ve özellikle de Tim Komutanlığı meskûn mahallerde muharebede ayrı bir değer taşımaktadır.

Meskûn mahalde muharebenin tüm zorluklarına rağmen Grozni’deki harekâtta Ruslar zayıf istihbarat, yetersiz hazırlık ve gereksiz bir özgüvenle gerçekleştirdikleri saldırılarda, masraf olmaması için casus uydularını dahi kapatma cihetine gitmişlerdir. Diğer taraftan Çeçenler de Stalingrad benzeri bir savunmayla, binaları müstahkem mevzilere dönüştürmüşler, keskin nişancı mevzileri ve yol kapamaları ile takviye etmişlerdir. Birlik teşkillerini de sayıca az ancak hareket kabiliyeti yüksek olacak şekilde oluşturmuşlar, anti-tank silah ve mühimmatı taşıyan bir kişi ile onun korumasındaki iki piyade tüfeği nişancısından müteşekkil üç kişilik timlerle hareket etmişlerdir. Ayrıca Çeçen kuvvetleri meskûn mahalleri, Rus tank ve piyade birliklerini kanalize etmek için kullanmışlar ve daha sonra onları çevreleyerek imha etmişlerdir. Grozni’de kullanılan Rus tanklarının yaklaşık %70’i bu taktiklerle muharebe dışı bırakılmıştır.

Psikolojik operasyonlar Grozni’deki her iki tarafça da yoğun şekilde kullanılmıştır. Rusların, Çeçenleri silahlarını bırakmaya ikna etmek için megafonlarla ses yayını yapmaları ve broşürler dağıtmaları gibi taktik hareketlerden; Rusların Grozni’deki harekâtı bir barışı koruma misyonu olarak tanımlamaya çalışması gibi stratejik seviyeye kadar çeşitli girişimler gerçekleşmiştir. Çeçen tarafı ise sivil halk arasında destek sağlayabilmek için Rusların kimyasal silah kullandığı, karşı tarafta bir çekince oluşturmak için ise Çeçenistan’ın elinde nükleer silahlar bulunduğu şeklinde söylentiler yaymışlardır.

Meskûn mahallerde en önemli askeri sorun binaların emniyete alınmasıdır. Bir İsrailli generalin ifadesiyle “Her bir oda yeni bir savaş alanıdır.” Çünkü binanın içine girildiği andan itibaren ne ile karşılaşılacağı bilinmemektedir. Kesinlikle gerekli olmadığı müddetçe bu görünmez savaş alanlarından uzak durulmalıdır. “İhtimal dâhilindeyse şehirlere girilmemelidir. Eğer girildiyse, düşmanın olduğu bölgelerden uzak durulmalıdır. Eğer bu da zorunlu ise binalara girmekten kaçınılmalıdır.”

Son yıllardaki en şiddetli çatışmalar meskûn mahallerde gerçekleşmiştir. Suriye’nin Halep şehrinde taraflar, sivil nüfusun varlığına rağmen çatışmaları sürdürmüşler ve neticesinde şehir neredeyse tamamen yıkıma uğramıştır. Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC) Başkanı Peter Maurer’e göre Halep “modern çağlarda görülen en yıkıcı meskûn mahal muharebelerinden birine tanıklık etmektedir.” Irak’ın Musul şehri, hükümet güçleri tarafından DAEŞ’le mücadele sürecinde bombalanmış, benzer şekilde Ukrayna’nın Donetsk şehri de ayrılıkçı gruplarla hükümet güçlerinin ağır silahlı mücadelesine tanıklık etmiştir.

Benzer şekilde Yemen’de de 2011 yılında meydana gelen çatışmalar bir karma bir nitelik izlemiştir. Sana şehrinde, Salih’e bağlı kalan silahlı kuvvetler ile El-Ahmer ailesini destekleyen silahlı gruplar arasında meydana gelen çatışmalarda birçok bina zarar görmüş ve sivillerin birçoğu bölgeyi tahliye etmek zorunda kalmıştır. Sana şehrinde başlayan karışıklık diğer şehirlere de sıçramış ve Yemen Hava Kuvvetleri ile Deniz Kuvvetleri de çatışmalara dâhil olmuştur. Kızılhaç’ın 2011 raporunda Yemen’in belirli bölgelerinde silahlı çatışmaların varlığı kabul edilmişken, 2012 raporunda birçok silahlı çatışmanın varlığı ve şiddet eylemlerinin arttığı ortaya konmuştur.

Dünya Bankası’nın 2011 yılı Dünya Gelişim Raporu’na göre, 2000’li yıllarda meydana gelen silahlı çatışmaların %90’ı, daha önceki 30 yıllık süre içerisinde başka bir silahlı çatışmaya maruz kalan ülkelerde meydana gelmiştir. Bu nedenle çatışma önleme mekanizmaları da bu ülkelere yoğunlaşmaktadır. Meskûn mahallerde yaşanan silahlı çatışmaların özellikle Halep, Felluce, Sirte, Maidiguri ve Musul gibi yoğun nüfuslu şehirlerde meydana gelen çatışmalarla, yaklaşık 50 milyon insanı etkilediği değerlendirilmektedir.

Bu durumla bağlantılı bir diğer sorun ise insanların yaşadıkları yerleri terk ederek daha güvenilir olan bölgelere göç etmesidir. Hem sığınmacılar hem de ülke içerisinde yer değiştiren kişiler açısından konu incelendiğinde oldukça yüksek sayılarla karşılaşılmaktadır. Özellikle çatışma bölgelerinden kaçan nüfusun kitlesel göç hareketleri hem ülke sınırları içinde hem de komşu ülkeler ve diğer ülkeler açısından büyük krizlere neden olmaktadır.

Sonuç

Önümüzdeki süreçte küresel gelişim, stratejik gücün belli merkezlerde toplanması yerine devlet dışı aktörlere fayda sağlayarak, asimetrik yöntemler kullanabilen düşük yoğunluklu vekalet savaşlarını ve melez tehditleri ortaya çıkarmaya devam edecektir.

Melez tehditlerin yaşam alanı olan meskûn mahallerde çok yönlü değişken tehdide karşı ancak çok yönlü, kapsamlı ve zamana yayılacak bir strateji ile mücadele edilebilir. Şehirlerdeki çatışmalar sivillerin bulunduğu ortamda gerçekleşmeye ve tehdidin seviyesine göre muharebe ortamının şartları günlük hayatın içerisinde görülmeye başladığında özgürlük-güvenlik eksenindeki dengeler basmakalıp uygulamalara izin vermemektedir. Bu sebepten hazırlık ve planlamalar açısından doktrinel esasların revize edilmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Bu bağlamda farklı teknolojilere sahip unsurların koordineli olarak bir arada çalışabilir hâle getirilmesi üzerine çalışmalar yapılmalıdır.

Teknolojik eğilimler, güçsüz kalan ve çoğu zaman vekâlet savaşı yürüten unsurun demografik eğilimleri çıkarı için kullanacağını ve gelecekteki askeri harekâtların şehir boyutunun artarak devam edeceğini göstermektedir. Bu tür harekâtlar stratejik seviyeden itibaren planlama aşamasında çok farklı hususların değerlendirilmesini gerektireceği gibi en alt seviyede liderlik vasıflarını ortaya çıkararak, eski dönemin şövalyelerini modern dünyanın harekât ortamına getirecek ve mücadelenin özü “Tim Komutanlarının Mücadelesi” olarak anılacaktır.

Meskûn mahaller özelinde, klasik harp taktiklerine alternatifler de geliştirilmiştir. Örneğin ABD Ordusu tarafından oluşturulan “Sivillerin Korunması” doktrininde, “temas durumunda, görmeden atış ve hava saldırıları yerine ateş ve hareket tekniğinin kullanılması ile atış yetkisi için daha üst komutanlığın görevlendirilmesi” tavsiye edilmektedir. Ayrıca silahlı çatışma hukuku kurallarına uygun olarak saldırıdan muaf tutulması gereken yapı ve varlıkların net bir şekilde tespit edilmesi ve birliklere tam ve doğru olarak aktarılması gerekmektedir. Bu tespitler özellikle hastaneler, okullar ve tarihi/kültürel varlıklar bakımından özel önemi haizdir. Bölgedeki uluslararası kuruluşlar ve sivil toplum kuruluşlarının da desteği ile bu tespitlerin daha sağlıklı hale getirilmesi sağlanabilir. Harekâtın her aşamasında bu tespitlere uygun hareket edilip edilmediğinin de sorumlu komutanlıklarca kontrolü sağlanmalıdır.

Tüm bu koşullar doğrultusunda, uluslararası örf ve adet hukukunun vazgeçilmez bir parçası olan silahlı çatışmalar hukuku, meskûn mahal muharebelerinde daha da özel bir uygulama, takip ve kontrolü gerektirmektedir.

Meskûn mahallerde muharebe konusu gelecekteki savaşlarda daha da popüler hale gelecektir. Bu durum şehirlerde yaşayan sivillerin çok daha fazla tehdit altında kalacağı anlamı taşımaktadır. “İstiyorsan sulh-u salah hazır ol cenge” şeklinde güzel bir sözümüz var. Mademki bu şehir savaşı gelecekte kaçınılmaz olacak o halde ciddi bir şekilde bu konuyla ilgili yeni ve milli stratejiler belirlemeli ve içine bölgesel sivil savunma tedbirlerini de katarak muhtemel senaryolara karşı hazırlık provaları ve eğitimleri yapılması gerekir.

Süleyman ÖZMEN

Sosyal Medyada Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

BENZER İÇERİKLER

KAMUOYUNA SAYGIYLA  

Bebek Katili Terörist Başı Öcalan’ın, TBMM’de konuşma yapmak üzere davet

HAYIR MI, ŞER Mİ???

DEM Partili vekiller Sırrı Süreyya Önder ile Pervin Buldan İmralı