ABD’NİN IRAK’IN KUZEYİ VE SURİYE’NİN KUZEYİ POLİTİKALARININ ANALİZİ/ E. Alb. Av. Dr. İlhan Yılmaz CÖMERT

E. Alb. Av. Dr. İlhan Yılmaz CÖMERT

Giriş

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) temel politikasını, dünya enerji kaynaklarının kontrol edilmesi üzerine kurduğu strateji ile yürütmektedir. Bu stratejisini de açık açık bütün dünyaya bildirmekte ve gereğini de yapmaktadır. “Petrol ve diğer enerji kaynaklarının, ABD ve onun müttefiki olan gelişmiş ülkelerin ekonomilerine zarar vermeyecek şekilde çıkarılması, işletilmesi ve uygun fiyatlarla kesintisiz bir şekilde çıkarılmasının ve işletilmesinin devamı” diyebileceğimiz bu temel politika gereği, ABD, Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya gibi petrol ve doğalgaz bakımından çok zengin ülkeleri ve bu ülkelerin yer aldığı coğrafyayı daimi bir şekilde kontrol etmek istemekte ve bu bölgedeki güç dengelerinin hep kendi ulusal çıkarlarına uygun biçimde şekillenmesine çalışmaktadır.

ABD, bütün yerküreyi kendi menfaat alanı ilân ederek çeşitli çıkar bölgelerine ayırmış bulunmaktadır. Bu bölgeler, özellikle yer altı ve üstü dünya enerji kaynaklarının mevcut olduğu ve bundan dolayı gelecekte stratejik öneme sahip olacak Orta Asya, Kafkasya ve Ortadoğu coğrafyaları olarak seçilmiştir. Her üç coğrafya dikkate alındığında petrol, doğalgaz, maden yatakları ve su kaynakları bulunduğu görülmektedir.

ABD’nin Ortadoğu politikası, İngiltere’nin bölgede uyguladığı politikanın devamı niteliğindedir. 1956’da “Süveyş Krizi” ile İngiltere’nin Ortadoğu’daki misyonunu bırakmasının ardından ABD, 1957’de “Eisenhower Doktrini” ile birlikte Ortadoğu’ya özel bir önem vermeye başlamış ve İngiltere’nin Ortadoğu’daki mirasını hemen her şeyiyle devralmıştır.

ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi(BOP) ana hatlarıyla şu şekilde özetlenebilir:

“Petrol, enerji ve su kaynaklarını kontrol etmek-Petrol sevkiyatının aksamasını önlemek-İsrail’in varlığını ve güvenliğini garanti altına almak-İsrail’e tehdit oluşturma potansiyeli taşıyan ülkeleri zayıflatmak-Bölgedeki global güçlerin faaliyetlerini kontrol etmek-ABD’ye yönelik muhalif unsurları ve yönetimleri ortadan kaldırmak-Bölgedeki ülkelerin parçalanmasını sağlayarak, kolay yönetilebilir, küçük devletçikler oluşturmak-ABD’nin bölgedeki nüfuzunu yaygınlaştırmak-Ilımlı İslam’ı bölgede etkin kılmak-Laik Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalamak ve yerine Ilımlı İslam ülkesi modeli oluşturmak-Terörist devlet olarak kabul ettikleri devletlerin elindeki Kitle İmha Silahlarını ortadan kaldırmak.”

ABD’nin Irak ve Suriye politikalarının esasında da “Ortadoğu petrollerini ve enerji kaynaklarını kontrol etmek”, Büyük Ortadoğu Projesi bağlamında gelecekte İsrail’in güvenliğini temin etmek” şeklinde temel iki neden vardır.

ABD’nin Irak’ın Kuzeyinde Uyguladığı Politika

ABD’nin II. Dünya Savaşı’ndan bu yana Kürtler ve Ortadoğu’daki diğer devlet dışı aktörlerle ilişkisi kısa vadeli çıkarlar etrafında şekillenmiştir. ABD uzun vadede, devletlerle olan ilişkilerine daha çok önem vermiştir.

ABD’nin Irak’ın kuzeyindeki politikası açısından esas ilgi odağını Irak Kürtleri oluşturmaktadır. İngiltere’nin Ortadoğu’daki mirasını devralan ABD’nin Kürtlere ilgisi kimi zaman Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği(SSCB)/Rusya ile çekişmesinin bir yansıması, kimi zaman da bölge ülkelerine yönelik politikalarının bir parçası olmuştur. ABD de, İngiltere gibi bölge politikasının bir unsuru olarak Kürtlerden yararlanabileceğini keşfetmiştir.

1958 sonrası SSCB’nin Irak’la kurduğu ilişkiler ABD için önemli bir endişe kaynağı olmuş ve bunu engellemek istemiştir. ABD, Irak’ın SSCB ile anlaşması sonucu Doğu Blok’una kaymasını önlemek ve bu amaçla Irak yönetimini sıkıştırmak için Kürtleri kullanabileceğini düşünmüştür

ABD ve İran, 1970-75 yıları arasında Iraklı Kürtleri, Sovyetler Birliği’nin giderek daha yakın bir müttefiki hâline gelen Irak’ı zayıflatmak amacıyla isyan etmeye teşvik etmiştir. Ancak Bağdat yönetiminin İran’ın sınır taleplerini kabul etmesi ve sonuçta İran ile Irak arasında 1975 yılında Cezayir Anlaşmasının imzalanmasının ardından İran ve ABD isyana desteğini geri çekmiştir. 1980-88 İran-Irak Savaşında, Saddam’ı destekleyen ABD, Kürtlerden uzak durmuştur.

1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle başlayan süreçte, ABD, Iraklıları Saddam’a karşı ayaklanmaya teşvik ettiğinde, Kürtler ve güneydeki Şiiler isyan etmiş, Bush yönetimi askerlerini çekince Saddam’ın askerî güçleri, isyanı sert bir şekilde bastırmayı başarmıştır. Türkiye ve İran sınırına binlerce mülteci yığılmıştır. Ortaya çıkan mülteci krizi nedeniyle BM Güvenlik Konseyi kararı ile Irak topraklarında kuzeyde ve güneyde olmak üzere güvenlik bölgeleri oluşturulmuştur.

Irak’ta güvenlik bölgeleri oluşturulurken teoride kuzeyde Kürt ve Türkmenler, güneyde de Şiilerin Saddam rejiminin baskılarından korunması amaçlanmıştır. Ancak pratikte bu böyle olmamıştır. 36. paralelin güneyinde kalan Kürtler güvenli bölgeye dahil edildiği hâlde, kuzeyde kalan Türkmenler dahil edilmemiştir. ABD’nin Irak İşgaline kadar geçen dönem içerisinde Türkmenler bir yandan Saddam rejiminin baskılarına maruz kalırken, diğer taraftan da Kürtler arasında zor günler yaşamaya mahkûm bırakılmışlardır.

ABD, Çekiç Güç’le koruduğu Kuzey Irak’ta PKK’nın varlığını tahkim etmesine ve eylemlerini artırmasına göz yummuş ve doğrudan destek vermiştir. ABD koruması altındaki bu “güvenli bölge”de Kürtler, ABD’nin teşvikiyle 1992’de seçim yaparak bir parlamento oluşturmuş ve bu parlamento “Kürdistan Federe Devleti”ni ilan etmiştir.

ABD ve İngiliz yöneticileri, Iraklı muhalif grupları savaş sonrasına hazırlamak maksadıyla savaş öncesinde Amerika ve İngiltere’nin çeşitli merkezlerinde gerçekleştirdikleri toplantılara Türkmenleri davet etmemişlerdir. Irak’ın geleceğine dair Şiiler ve Kürtler dikkate alındığı hâlde Türkmenlerin ismi dahi geçmemiştir.

2003’te Irak işgali sırasında Kürtler fiilen ABD’yle birlikte hareket ederek 1992’de elde ettikleri fiili özerkliği hem meşrulaştırmış hem de güçlendirmişlerdir.

4 Temmuz 2003 günü Irak’ın Süleymaniye kentinde görev yapan, 11 Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu ile Türkmen mihmandarlarının, Irak’taki Amerikan İşgal kuvvetlerince ve peşmergelerle, uydurma bir senaryoyla basılarak derdest edilmeleri neticesinde yaşanan “çuval olayı”, Türk toplumunda ABD’ye karşı büyük bir nefret oluşmasına neden olmuştur.

Irak’ın işgalinden sonra ABD, Türkmenlerin yaşadığı bölgelerin siyasî, kültürel ve nüfus dengelerini değiştirebilecek gelişmelere ses çıkarmayarak seyirci kalmayı yeğlemiştir.

Irak’ın düşmesinden sonra Kerkük ve Musul’u işgal eden Amerikan askerleri, peşmergelerin bölgeye girmesine göz yummuşlar ve bu şehirlerin günlerce yağmalanmasına sessiz kalmışlardır. Kürt peşmergeler özellikle Kerkük ve Musul’un demografik yapısını değiştirmek maksadıyla nüfus ve tapu dairelerini tahrip etmiş ve buradaki defterleri yağmalamışlardır. Bunun sonrasında da bölgeye çok sayıda Kürt getirilerek Türkmen köylerindeki nüfus dengeleri bozulmuştur. ABD, Kürtlerin Irak’ta cumhurbaşkanı ve dışişleri bakanı olmasını, Bağdat’ın kontrolü dışında bir ordu kurmasını ve petrol gelirlerinden de önemli oranda pay almasını sağlamıştır. ABD desteğini arkasına alan Barzani ve Talabani ise daha cesur çıkışlar yaparak, gerektiğinde Türkiye’ye bile kafa tutarak, PKK’lıları kollamaya ve bağımsızlığın her Kürdün hayali olduğunu söylemeye başlamışlardır.

2011’de Obama’nın yeni dış politika anlayışı gereği ABD’nin Irak’tan çekilmesi ve ondan doğan boşluğu İran’ın doldurması, Bağdat’ın Erbil’e karşı elini güçlendirmiştir. ABD’nin kendi bıraktığı boşluğu İran’ın doldurmasını engellemek için daha çok Bağdat’a yaklaşması ise Kürtleri rahatsız etmiştir. Bunun üzerine Barzani, ABD’den uzaklaşmaya başlamıştır.

2017’de Barzani, ABD’nin uyarılarını dinlemeyerek Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde bağımsızlık referandumuna gitmiştir. ABD, Mesut Barzani’yi cezalandırmak için Kerkük ve tartışmalı bölgelerin Haşdi Şabi güçleri tarafından ele geçirilmesine izin vermiştir.

Sonuç olarak ABD, Irak‘taki varlığından beri böl ve yönet politikasını kullanmış; Kürt milliyetçiliğinin Arap milliyetçiliğine karşı güçlenmesini sağlamış, Türkmenleri yok saymış, Şii ve Sünni uyuşmazlığını körükleyerek ılımlı Sünni Araplar ve Şiiler arasında derin fay hatları yaratmaya çalışarak Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde Irak’ı parçalama planını uygulamaya çalışmıştır.

ABD’nin Suriye’nin Kuzeyi Politikası

Amerika Birleşik Devletleri’nin Suriye ile ilişkileri Soğuk Savaş döneminden bu yana her zaman sorunlu olmuştur. Suriye, iki kutuplu dönemde Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’daki en önemli müttefiki sayılmıştır ve Rusya ile de ilişkileri uzun süre devam etmiştir. Ayrıca Arap-İsrail savaşlarında ABD’nin her zaman İsrail’i desteklemesi, Suriye’yi bu iki ülkeyle daima karşı karşıya getirmiştir.

İran Devrimi sonrası ve İran-Irak Savaşı sırasında Suriye, İran’ın en yakın Arap müttefiki olarak nitelendirilmiştir. Suriye, Lübnan’da da uzun bir süre denetim sağlayarak bu ülkede kendi hakimiyetini kurmuş ve bölgede PKK ve ASALA gibi birçok terör örgütünün faaliyetine imkân vermiştir. ABD Başkanı George Bush, 2003 senesindeki Irak işgaline karşı çıkan Suriye’yi İran, Irak ve Kuzey Kore ile birlikte “şer ekseni” ülkelerden biri olarak tanımlamış ve askeri müdahale tehdidinde bulunmuştur.

ABD, Obama yönetiminde 2009 yılında Şam’la yeniden diplomatik ilişkiler geliştirmiştir. Mart 2011 yılında, Arap Baharı adıyla yaşanan değişim talebinin Suriye’ye sıçramasıyla birlikte ABD ve Suriye arasındaki ilişkiler yeniden gerilmiştir.

ABD Suriye diplomasisinde İsrail’in güvenliğini ön planda tutmuştur. Suriye iç savaşının başlamasıyla birlikte ABD “ılımlı muhaliflere” silah sevkiyatı başlatmıştır. ABD Başkanı Barack Obama’nın ilan ettiği kırmızı çizgilerin, 2013 yılında Esad rejimi tarafından kimyasal silah kullanılarak ihlal edilmesi üzerine ABD, Suriye’ye bir askeri müdahalede bulunma seçeneğini gündeme getirmiştir. Rusya’nın arabulucu olarak devreye girmesi Washington yönetimini bu düşüncesinden vazgeçirmiştir. Suriye’de bulunan kimyasal silahların ülke dışına çıkarılması ve imha edilmesi konusunda Esad rejimini ikna eden Rusya, ABD’yi de Suriye’ye müdahale düşüncesinden bu şekilde vazgeçirmiştir.

Obama yönetimi, ABD ordusuna Ağustos 2014’ten itibaren Irak’ta, 23 Eylül’den itibaren de Suriye’de Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) hedeflerini vurma yetkisi vermiştir. IŞİD’le mücadele bahanesiyle, muhaliflere yardımı kesen ABD, kendisinin de resmen bir terör örgütü olarak tanıdığı PKK’nın Suriye kanadı olan PYD ve onun silahlı kolunu oluşturan YPG’ye(Kadın terörist unsurlar YPJ olarak teşkilatlanmıştır) 2014 yılının sonundan itibaren her türlü silah, mühimmat ve lojistik desteği sağlamıştır. Nitekim aldığı destek neticesinde, PYD, “IŞİD’la mücadele kahramanı” sıfatı ile Amerika’nın yanı sıra birçok Avrupa ülkesinde de siyasi temsilcilikler açabilmiştir.

Trump yönetiminde, ABD, 2018 yılında Esad rejimine yönelik ilk doğrudan askeri müdahalede bulunmuştur.  ABD’nin Suriye’de petrol işine girmesi Trump döneminde yaşanmıştır. Trump Suriye’deki askerleri çekme kararı almış, asker sayısını azaltarak, terör örgütü YPG unsurlarını eğitip, donatarak taşeron olarak kullanmaya devam etmiştir.

Irak’ta kaybettiği askerlerin sonrasında ABD, PYD aracılığıyla olası asker kayıplarından kurtulmuştur. Bu sayede ABD, IŞİD’i bitirmek bahanesiyle terör örgütlerine bir koridor açmıştır. Esad yönetiminin bunları görmesi ve karşı çıkması hiçbir olguyu değiştirmemiş ve ABD’nin yaptığı yardımlar giderek artmıştır. ABD’nin “Eğit donat” çerçevesinde terör örgütü PYD’ye binlerce tır ve uçak dolusu silah yardımı yapmış, 135 bin kişilik bir terörist güç oluşturmuştur. PKK, ABD’nin desteğiyle Suriye’nin Kuzeyinde otonom bölgeler oluşturmuştur.

ABD Türkiye’nin PYD’nin PKK terör örgütünün bir kolu olduğu yönündeki tüm ısrarlı çabalarına rağmen, bunu tamamen görmezden gelerek, hatta Türkiye’yi karşısına alma pahasına, Büyük Ortadoğu Projesi doğrultusunda, PYD’ye doğrudan destek vermeyi sürdürmüştür.

Sonuç

Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlikte Amerika Birleşik Devletleri İngiltere’nin Ortadoğu mirasını devralmıştır. 11 Eylül saldırılarının gerçekleşmesiyle, ABD, Ortadoğu politikalarını daha rahat uygulama şansı bulmuştur.

ABD dış politikasında temel yaklaşımlarının, “yakın dengeleme” ya da yerine göre “uzak dengeleme” olduğu söylenebilir. ABD’nin uzak dengeleme stratejisi “dış kaynak kullanımı” ve “sınırlandırma” olmak üzere iki temele dayanmaktadır. ABD bölgesel meydan okuyuculara karşı doğrudan askerî sorumluluk almamakta ve bunu bölge ülkeleri ya da devlet dışı aktörlerin omuzlarına yüklemektedir.

2003 Irak işgali sonrasında Barzani, Suriye iç savaşında ise 2013 yılında Esad rejiminin ülkenin kuzeyinden aniden çekilmesiyle otonomi kazanan PKK’nın Suriye kolu PYD ve onun silahlı unsuru YPG, ABD politikaları açısından önemli aktörler hâline gelmiştir.

ABD’nin Ortadoğu’daki temel amacının, enerji kaynaklarını ele geçirme ve bölgeyi kendi çıkarları doğrultusunda yeniden dizayn etme doğrultusunda, Irak ve sonrasında Suriye’de neden aktif rol oynadığı kolaylıkla anlaşılabilir bir durumdur.

ABD’nin bölgedeki ana hedefi, Büyük Ortadoğu Projesi’ni gerçekleştirmektir. Her ne kadar devşirme askerler kullansa da, Irak ve Afganistan savaşından sonra, asker kayıplarından dolayı ABD kendi halkından büyük tepki görmüştür.  ABD, PKK terör örgütünü asimetrik savaş aracı olarak kullanmıştır. Ancak tarihi örnekler incelendiğinde, Kürtlerin ABD’nin Ortadoğu politikaları için zaman zaman işlevsel hâle geldiği fakat her zaman vazgeçilebilir olduğu görülmektedir. Kürtler ABD için sadece Büyük İsrail’in oluşumunda bir piyondur, her zaman rahatlıkla feda edilebilirler.

Sadece Türkiye açısından değil, bölge ve insanlık için açık bir tehdit oluşturan PKK terör örgütünün ve Suriye kanadının ABD tarafından desteklenmesi, NATO müttefiki Türkiye’nin ulusal güvenlik hassasiyetlerinin göz ardı edilmesi, kabul edilemez bir durumdur.

ABD’nin PYD tutkusu, konjonktüre göre yine değişebilir. ABD gelinen aşamada PYD’den vazgeçme niyetinde değildir. Çünkü halihazırda Suriye’deki nihai hedeflerine ulaşmış değildir. Muhtemelen ilerleyen dönemde meşruiyeti daha güçlü politik yeni aktörler üretmeyi ya da PYD’yi dönüştürmeyi deneyecektir.

Suriye’de bulunan 135 bin kişilik terör ordusunun asıl hedefi Türkiye’dir. ABD tarafından ağır silahlarla teçhiz edilen ve eğitilen bu terör gücünün muhtemel saldırısına karşı, Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanlığı mutlaka gerekli hazırlıkları yapmalıdır. Bu terörist oluşum yok edilmeden Türkiye’de terörün tamamen bitirilmesi mümkün değildir.

Ankara, Şam ile bozulan ilişkileri yeniden düzeltmeli, Suriye’deki terörist unsurlara karşı iş birliği yapmalıdır. Sözde Kürdistan ideali açısından, Barzani de PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğünü tehdit etmektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri, Irak’ın kuzeyini PKK terör örgütünden temizledikten sonra Barzani’ye teslim etmemeli, Barzani’nin taşeronluğunu üstlenmemelidir. Türkiye, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile değil, Irak Merkezi Hükümeti ile iş birliği yapmalıdır. Türkiye, Irak, Suriye ve İran birlikte hareket ettiği sürece sözde Kürdistan ya da sözde Büyük İsrail kurulamayacak, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi başarısızlığa mahkûm olacaktır.

 

Kaynakça:

ARI, Tayyar, Geçmişten Günümüze Ortadoğu, Siyaset, Savaş ve Diplomasi, Alfa Yayınları, İstanbul, 2005.

“ABD’nin Suriye Politikası”, 16 Ekim 2019, https://www.intell4.com/abdnin-suriye-politikasi-haber-183317.

BRZEZİNSKİ, Zbigniev, Büyük Satranç Tahtası, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2005.

CHOMSKY, Noam, Amerikan Müdahaleciliği, Aram Yayıncılık, İstanbul, 2001.

 

KAYNAK, Mahir, GÜRSES, Emin, Büyük Ortadoğu Projesi, Profil Kitap, İstanbul, 2014.

KARAGÜZEL, Ahmet, “Yeni Yüzyılda ABD’nin Ortadoğu Politikası:Büyük Ortadoğu Projesi”, Türkiye Siyaset Bilimi Dergisi, C:3, S:2, 2020.

KILIÇ, Hakan, “ABD’nin Kuzey Suriye Politikası”, Ahi Evran Akademi Sosyal Bilimler Dergisi, 1(1), 2020.

KURUBAŞ, Erol, “Amerika’nın Kürt Politikası: Bir Varmış Bir Yokmuş”, 30 Mart 2017, http://www.aljazeera.com.tr/gorus/amerikanin-kurt-politikasi-bir-varmis-bir-yokmus.

MEARSHEIMER, John J., İsrail Lobisi ve Amerikan Dış Politikası, Profil Kitap, İstanbul, 2007.

SARI, İsmail, “ABD’nin Kürt Politikası Ekseninde Suriye’de Güvenli Bölge Tartışmaları”, 05 Mart 2019, https://iramcenter.org/abdnin-kurt-politikasi-ekseninde-suriyede-guvenli-bolge-tartismalari/

“Suriye’de Denklemi Değiştiren Petrol Anlaşması”, 07 Ağustos 2020, https://www.dw.com/tr/suriyede-denklemi-de%C4%9Fi%C5%9Ftiren-petrol-anla%C5%9Fmas%C4%B1/a-54477120

Sosyal Medyada Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

BENZER İÇERİKLER

BALKAN SAVAŞLARI

Yirminci yüzyılın başlarında, yani 1910’larda, bir ayağı Adriyatik Denizinde, bir

SELMA RIZA

İlk kadın gazeteci Selma Rıza;Korkmadan evinin penceresinden bakan bir kadın