Kamuoyunda Donald Trump’ın, Birleşik Devletlerin odak noktasını Pasifiğe doğru çevireceğiyle ilgili bir kanı olduğu görülmektedir. Özellikle Çin’in yükselişi ve pasifikte agresif tutumu ABD’nin güç ağırlığını Güney Çin Denizinden yana kullanacağı düşünülüyor. Ancak Orta Doğu’da Suriye’de Esad rejiminin çöküşü ve bunun sonucunda İran’ın direniş ekseninin zarar görmesi gibi sebepler ABD’yi İran karşısında daha sert bir tutuma neden olabilecek bir siyaset izlemeye yönlendirebilir. Donald Trump 2016 ile 2020 yılları arasındaki başkanlığında Obama Döneminde imzalanan Nükleer Anlaşmadan çekilmesi ve İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücünün Komutanı olan Kasım Süleymani’yi suikast ile öldürtmesi gibi nedenler Trump’ın başkanlığında İran karşıtı olarak belirmesine neden olmuştu. Fakat, 2020’nin atmosferinden çok uzaktayız. 2025 yılına girerken Trump yönetimi göreve başlarken İran konusunda oldukça radikal önlemler alma ihtimalini yadsımamız gerekmektedir. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun Birleşmiş Milletler (BM) kürsüsünde yaptığı konuşmada İran’da bir rejim değişikliğinden bahsetmiş ve bunun ertesinde Tahran yönetimi Tel-Aviv’e balistik füzelerle saldırmıştı. İran’ın kırmızı çizgilerinden biri olan olası rejim değişikliği konusu Tahran yönetimine uygulanan ambargonun altına ezildiği bu yıllarda daha fazla konuşulacağı yorumu yapılabilir.
İran İçin Yeni Bir Arayış: Müzakere Masasına Tekrardan Dönüş
Belirtilmesi gereken bir diğer husus da, İran’ın eski Dışişleri Bakanı ve Nükleer müzakerelerde önemli rol oynamış olan Cevat Zarif’in Foreign Affairs’ta İran ve ABD ile ilgili yazısının öne çıkmasıdır. Zarif, İran’ın ABD ile tekrardan nükleer müzakere masasına oturması gerektiğini kaleme aldığı makalede belirtmekte ve İran’ın her ya da geç Washington yönetimi ile anlaşması yönünde görüş belirtmiştir. ABD ne kadar sert bir siyaset izlemeye çalışsa bile İran’ın bu sertlikten eninde sonunda vazgeçip nükleer anlaşma konusunda nabız yoklaması ihtimalinin olduğunu söylememiz lazımdır. Öte yandan unutulmaması gereken bir diğer gündem başlığı da İran’ın zenginleştirilmiş uranyum yoluyla nükleer güce erişme olasılığıdır. Tahran yönetimi 2002 yılında Arak şehrinde bulunan nükleer tesislerde sivil kullanım dışında uranyum zenginleştirme çalışmalarının basına sızması sonucunda ABD tarafından Tahran yönetimine ambargo uygulanmıştır. Bu ambargo, Obama yönetiminin seçilmesinden sonra P5+1 ülkeleriyle yapılan müzakereden sonra İran’ın uranyum zenginleştirme çalışmalarının 2015 yılında Uluslararası Atom Enerji Kurumu tarafından kontrol altına alındığı açıklanmıştır. Ancak üzerinde durmamız gereken konu 10 yıl önceki gündem başlıklarının olmadığıdır. İran yönetimi direniş ekseninden vazgeçmemek adına yeni hamleleri yapabileceğini göz ardı etmememiz gerekir. 7 Ekim 2023 tarihinde başlayan Hamas İsrail Savaşı ve bu savaşın Lübnan’a sıçraması İran ile İsrail’i dolaylı yoldan bile olsa karşı karşıya getirmiştir. Lübnan Hizbullah’ının lideri Nasrallah ve birçok üst düzey komutanın öldürülmesi gibi etkenler İran’ın direniş eksenine vurulmuş bir darbe olarak görülebilir. Ancak İran’ın etkisi altında olduğu düşünülen Yemen Husileri’nin İsrail’e karşı düzenlediği saldırılar hala devam etmektedir. Yemen’de Husilerinin İran’ın ne kadar nüfuz bölgesinde olduğu tartışmalarını bir yana bırakırsak. Suriye’de Esat rejiminin sona ermesi ve Lübnan’da Hizbullah’ın İsrail saldırıları sonucunda güç kaybetmesi İran’ın direniş ekseninin önemli sac ayaklarının sallantıda olduğu yorumunda bulunabiliriz. Donald Trump’ın dış politikayı emanet edeceği Marco Rubio tamamen İsrail yanlısı bir görüşe sahip olması, İran’a karşı İsrail’in yapacağı saldırıda ABD’nin koşulsuz desteğini alması mümkün görünmektedir. ABD’nin Orta Doğu’dan çekileceği yönünde oluşan kesinlik İsrail’e daha fazla alan tanınmasını mümkün kılmaktadır. Bu durum, İsrail’in İran karşısında başlatacağı harekatı daha da hızlandırmasına neden olabilir. Trump yönetiminin Suriye’de yeni kurulacak sistemi tanıması ve İran’ı Suriye’den dışlaması sonucunda İran’ın bölgede ciddi kan kaybedeceğini belirtmek lazım. ABD bölgedeki varlığını çekmesi sonucunda Irak’ta olduğu gibi İran’ın bu ülkeye nüfuz etmesine sebep olabilecek hareketlerden kaçınması gerekebilir. Sonuç olarak Donald Trump’ın tekrardan seçilmesi ABD için Orta Doğu’da bazı fırsatlara kapı aralayabileceği gibi İran ile olan ilişkisi doğrudan ABD’nin Orta Doğu’daki siyasetine yön vermesi mümkün olabilir. Özellikle ABD’nin şahin kanadı diyebileceğimiz kişilerin Trump kabinesinde bulunması ABD’nin Orta Doğu’da odak noktasının İran olabileceğini söylememiz gerekmektedir. Öte yandan İran’da ılımlı diyebileceğimiz Mesud Pezeşkiyan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi verdiği mesajların dış politikada itidal yanlısı olması, İran’ı tekrardan ABD ile müzakere masasına oturmaya zorlayabilir mi sorusunu akıllara getirmektedir.
Kaynakça:
https://www.foreignaffairs.com/iran/how-iran-sees-path-peace
https://www.iranwatch.org/library/ncri-info-2-top-secret-nuclear-sites-12-02 https://obamawhitehouse.archives.gov/issues/foreign-policy/iran-deal